Atatürk'ün Millet Anlayışı ve Atatürk Milliyetçiliği

Cenk

Galatasaray
Beta Programı
8 Eyl 2016
18,104
45,653
6,820
Zonguldak
Marka
Ford
“Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim. Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk birliğine inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk birliğiyle açacaktır. Dünya sükûnunu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türk’ün varlığı bu köhne âleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek, o zaman görülecek.” Mustafa Kemal Atatürk

GİRİŞ

Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşmesindeki temel unsurlardan biri olan milliyetçilik, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde bir ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’ne geçiş süreci ile birlikte Türk kimliğinin oluşumunda önemli rol oynamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, millet ve milliyetçilik kavramları üzerine askerî öğrencilik yıllarından başlayan araştırma ve okumalar yapmıştır. “Türküm” demenin Türk milletine mensup olmak için yeterli olarak görüldüğü Atatürk milliyetçiliği kavramı, kurucu bir iradeyle toplumsal bütünleşmeyi sağlayan bir anlayış olarak karşımıza çıkmaktadır. Atatürk’ün millet ve milliyetçilik anlayışının şekillenmesinde öğrenim hayatı süresince karşılaştığı öğretmenlerinin, askerî öğrencilik yıllarında her biri farklı memleketlerden gelen arkadaşlarının, zengin bir okuma kültürüne sahip olması nedeniyle okumuş olduğu tarihten sosyolojiye, antropolojiden siyasi tarihe uzanan yelpazedeki pek çok kitabın ve memleketin içinde bulunduğu olumsuz durumun etkisi bulunmaktadır. Atatürk milliyetçiliği kavramı anayasalarımız tarafından benimsenmiş bir kavramdır. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurucu bir iradeyle ortaya koyduğu millet tasavvuru içerisinde bu kavram, milleti millet yapan ortak özellikleri ifade etmesi bakımından önem taşımaktadır. Bu çalışma Atatürk’ün düşünce yapısını şekillendiren süreç ve olaylardan yola çıkarak, Atatürk’ün millet tasavvuru ile milliyetçilik tipolojilerinden biri olarak değerlendirilebilecek “Atatürk Milliyetçiliği” kavramını izah etme amacı taşımaktadır.



ATATÜRK’ÜN ZİHİN YAPISININ ŞEKİLLENMESİNDE ETKİLİ OLAN OLAYLAR VE FİKİR ADAMLARI

Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında gösterilen modernleşme çabaları, Fransız Devrimi’nin etkisiyle gelişen milliyetçilik duygularının uyanmasına neden olmuştur. Fransız Devrimi ile gündeme gelen “hürriyet ve eşitlik” söylemleri sonrasında Osmanlı Devleti’ndeki Hristiyan azınlıklar sırayla bağımsızlıklarına kavuşmuştur. Osmanlı Devleti’nde Türk milliyetçiliğinin doğuşu böyle bir ortamda gerçekleşmiştir. Atatürk’ün düşünsel yapısının şekillenmesinde pay sahibi olanlar arasında ilk olarak öğretmenleri bulunmaktadır. Atatürk, ilköğrenim gördüğü Fatma Molla Kadın Mektebi’nin hüsnühat öğretmeni Çopur Hafız Emin Efendi ile Mülkiye Rüştiyesi’nde “Kaymak Hafız” olarak bilinen Hüseyin Efendi’nin eğitim faaliyetlerindeki olumsuz uygulamalarını gözlemlemiştir. Bu gözlemler, onu, yaptığı inkılâplar esnasında eğitim kurumlarının olumsuzluklarını ortadan kaldırmaya yönlendirmiştir. Atatürk’ün zihin yapısını şekillendiren en önemli faktör tutku düzeyinde olan okuma alışkanlığıdır.8 Atatürk, her kitabın bir hayat olduğu düşüncesini benimseyen biri olarak savaş meydanlarında ve cephelerde dahi okumayı ihmal etmemiştir. Bunun yanında Atatürk sadece okuyan biri değil yazan ve yazdıklarıyla toplumu aydınlatma çabasında olan bir aydındır. Mustafa Kemal, öğrencilik yıllarında yaptığı okumalarda Namık Kemal ve Tevfik Fikret’ten etkilenmiştir. Yine bu dönemde yaptığı okumalar arasında Jean Jacques Rousseau ve Montesquıeu önemli yer tutmaktadır. Fransızca seviyesi ileri düzeyde olan Atatürk, felsefe, tarih ve sosyoloji okumaları sayesinde olaylara geniş açıdan bakabilecek bir bilgi hazinesine sahip olmuştur. Mustafa Kemal, Rousseau’nun Du Contrat Social ile Montesquıeu’nun The Spirit of Laws isimli eserlerini okumuş, bunun yanında Ziya Paşa, Süleyman Nazif, Mehmet Emin, Abdullah Cevdet gibi yazarlardan vatan ve özgürlük üzerine okumalar yapmıştır. Atatürk, zihin dünyasının şekillenmesinde önemli rol oynayan Jean Jacques Rousseau ile ilgili 1 Aralık 1921’de mecliste şu ifadeleri sarf etmiştir:


“Bu Meşrutiyet kuramlarını bulan en büyük filozofların, bu kuramları kurmak için çalıştıkları esasları inceledim, bunların içeriğini anlamaya çalıştım. Benim gördüğüm şudur: Düşünmüşler ve nasıl yapalım da bu zorba kuvvet, o toplumsal ve ulusal iradenin aşağısında kalabilsin ya da sıfıra ulaşabilsin diyorlar. Bunu başaramamak yüzünden büyük ve derin bir ıstırap duyuyorlar. J. J. Rousseau’yu baştan sona kadar okuyunuz! Ben bunu okuduğum vakit, gerçek olduğuna inandığım, bu kitap sahibinde iki esas gördüm. Birisi bu ıstırap, diğeri bir cinnettir. Merak ettim, özel durumunu inceledim. Anladım ki bu adam mecnun idi ve cinnet durumunda bu eserini yazmıştır. Dolayısıyla çok ve pek çok dayandığımız bu kuram böyle bir dimağın ürünüdür.”

Atatürk, askerî öğrencilik dönemlerinde “Mizan, İçtihad, Osmanlı, Şurâ-yı Ümmet ve Meşveret” isimli dergileri takip etmiştir. Söz konusu dergilerin, II. Abdülhamid dönemine aykırı yayınlardan oluştuğu değerlendirilmiştir. Bu yasak yayınlar o dönemde özellikle Balkanlar’da daha çok okunmuştur. Mustafa Kemal de Manastır Askerî İdadisi’nde istibdat yönetiminin yasak ettiği inkılâpçı külliyata merak duymuştur. Mustafa Kemal’in düşünce yapısını etkileyen faktörler arasında öğrenim gördüğü askerî idadi ve Harbiye’nin önemli etkileri olmuştur. Birbirinden farklı karakter yapısına sahip farklı illerden gelen askerî öğrenciler, Atatürk’ün düşünce dünyasına zenginlik katmıştır. Özellikle Harbiye, Atatürk’ün mesleki yönünü geliştirmenin yanında ona sosyal çevre kazandırmış ve iktisadi, siyasi, idari meselelerde vizyon sahibi olmasını sağlamıştır. Mustafa Kemal, Manastır Askerî İdadisi’nde öğrenim gördüğü esnada Balkan toplumları milliyetçilik hareketleri içerisinde bulunmaktadır. O yıllarda Makedonya “kalabalık bir asker topluluğunun bulunduğu askerî ve mülki bir merkez” olarak nitelendirilmektedir. Mustafa Kemal’in bu süreçte okulda tanıdığı, İttihat ve Terakki’nin gelecekteki önemli hatiplerinden biri olacak olan Ömer Naci, kendisinin zihni gelişiminde önemli rol oynamıştır. Buna karşın Atatürk’ün Manastır’da filizlenmeye başlayan siyasi düşüncelerinin Harbiye yıllarında olgunlaştığı değerlendirilmektedir. Atatürk’ün Harbiye’de okuduğu yıllarda onun inkılâba dair fikirleri ve dönemin Harbiye ortamı hakkında Vakit Gazetesi’nde yayınlanan bir yazı şu şekildedir:

“Harbiye senelerinde siyaset fikirleri baş gösterdi. Vaziyet hakkında henüz nafiz bir nazar hâsıl edemiyorduk. Sultan Hamid devri idi. Namık Kemal Bey’in kitaplarını okuyorduk. Takibât sıkı idi. Ekseriyetle ancak koğuşta, yattıktan sonra okumak imkânını buluyorduk. Bu gibi vatanperverâne eserleri okuyanlara karşı takibat yapılması işlerin içinde bir berbatlık bulunduğunu ihsâs ediyordu. Fakat bunun mahiyeti gözlerimiz önünde tamamıyla tebellür etmiyordu. Erkânıharp sınıflarına geçtik. Bende ve bazı arkadaşlarda yeni fikirler peyda oldu. Memleketin idaresinde ve siyasetinde fenalıklar olduğunu keşfetmeye başladık.”

Atatürk, Türk milleti olarak milliyet fikrini hayata geçirmekte geç kaldığımızı ifade etmiştir. Atatürk’e göre Türk milletinin ortaya çıkışı Hristiyan azınlıkların bağımsızlıklarını ilan etmeleri sonrasında gelişmiştir. Atatürk, bu düşüncesini şu sözlerle ifade etmiştir:

“Biz milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok tembellik göstermiş bir milletiz. Bilirsiniz ki, millet nazariyesi, millet ülküsünü inhilale çalışmakta olan nazariyelerin dünya üzerinde tatbik kabiliyeti kalmamıştır. Bizim milletimiz, milliyetinden gaflet edişinin çok acı cezalarını gördü. Osmanlı Devleti’nin dâhilindeki çeşitli kavimler hep millî akidelere sarılarak, milliyet ülküsünün kuvvetiyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış.”

Atatürk, Türk ulusunun doğasına en uygun yönetim şekli olarak Cumhuriyet idaresini benimsemiştir. Atatürk Cumhuriyeti, “ahlak erdemine dayanan bir yönetim şekli” ve dolayısıyla bir “erdem” olarak ifade etmiştir. Atatürk’ün bu düşünceleri, onun düşünce dünyasını en çok etkileyen isimlerden biri olarak Ziya Gökalp’i etkilemiştir. Nitekim Ziya Gökalp,9 1923 yılında yayınlamış olduğu “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde, Atatürk’ün cumhuriyet ve demokrasi kavramları üzerine kurduğu ilişkinin benzerini ifade etmiştir. Atatürkçü düşünce sisteminin oluşmasında büyük etkisi olan Gökalp, demokrasiyle bağı olduğunu ifade ettiği kadın hakları ve eşitlik konusundaki fikirleri nedeniyle üzerinde durulması gereken önemli bir kişiliktir. Atatürk’ün siyasi düşüncelerini etkileyen diğer bir fikir adamı Yusuf Akçura’dır. Yusuf Akçura,10 Atatürk’ün düşüncelerine benzer şekilde ekonomide halkçılık ve devletçilik ilkelerinin Türklerin yapısına ve geleneklerine daha uygun olduğunu savunmuştur. Akçura, devletçilik ve halkçılık ilkelerinin Türklerin karakterine uygun olmasının yanında, henüz Cumhuriyet ilan edilmemişken demokrasi düşüncesini benimseyerek savunanlar arasında yer almaktadır. Atatürk’ün düşünce yapısını etkileyen en önemli olaylardan biri Fransız Devrimi olmuştur. Sahip olduğu ileri seviyede Fransızca ile devrimi etkileyen sebepleri öğrenme fırsatı bulmuştur. Fransız Devrimi, Atatürk için yolun sonuna ulaşmış olan Osmanlı Devleti’nin yerine millî değerlere bağlı, çağdaş ve yeni bir ulus kurma düşüncesinin fitilini ateşlemiştir. Fransız Devrimi’nin yıldönümünde, 14 Temmuz 1922’de yaptığı konuşmada Atatürk, bu devrimin kendi düşünce ve siyasi hayatını ne şekilde etkilediğini şu ifadelerle belirtmiştir:

“Başlangıçta ayaklanma ve ihtilal biçiminde görülen hareket, yerini bir İnkılâba bırakır. Fransız ihtilali de bu dönemlerden geçmiş ve milletin toplumun vicdanında yerleşmiş onun için evrensel olmuştur. Baylar, işte bugün 1789 Temmuzunun 14. Günü burada kutluyoruz ve bu Fransızların millî bayramı olduğu kadar henüz özgürlüklerine kavuşmamış milletlerinde sevinecekleri bir gündür... Türk tarihinde de istilacı orduların İzmir’den denize dökülmesi, bizim millî tarihimiz için dünya tarihinde yepyeni bir dönem olacaktır. Bu da artık istila için hiçbir memleketin özgürlük ve bağımsızlıklarını yok etmeye olanak bulunmayışıdır. Eğer haksızlığa uğramış Asya ve Afrika milletleri, bizim bağımsızlık mücadelemizden bir ibret almışlarsa, kendileri için pahalıya da mal olsa, bu yola gideceklerdir. Özgürlük ve bağımsızlıktan yoksun bir millet için, yaşamanın ne anlamı, ne de zevki vardır. Baylar, bizim Asya‘yı ayaklanmaya ve savaşmaya sürükleyişimiz Fransız milletini kahramanca hareketlere sürükleyen nedenlerden daha az kuvvetli ve daha az mantıkî değildir.”


Atatürk’ün düşünce yapısını etkileyen olaylardan bir diğeri 1897 Türk-Yunan Savaşı olarak kabul edilmektedir. Mustafa Kemal Atatürk, Manastır Askerî İdadisi’nde öğrenci olduğu dönemde cereyan eden bu olay onu derinden üzmüştür. Türk Ordusu bu süreçte cephede savaşı kazanmasına rağmen barış masasında yapılan baskılar sonucu savaştan zararlı çıkmıştır. Bu olayın cereyan ettiği sırada henüz 16 yaşında olan Mustafa Kemal, ilerleyen tarihlerde sahip olduğu bu “kabına sığmaz vatan sevgisi” ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve atası olacaktır. Atatürk’ün düşünce yapısını etkilediği değerlendirilen bir diğer olay Şam’da meydana gelmiştir. Şam’daki bir askerî gazinoda biri Türk diğeri Arap olan iki er kavga etmiştir. Olayda kimin suçlu olduğu henüz tespit edilmemişken konuyu tahkik etmekle görevli olan nöbetçi subayın Türk erine, “Sen kim oluyorsun da kavm-i necipten olan birisine hakaret ediyorsun!” şeklindeki çıkışı, Mustafa Kemal Atatürk tarafından tepki uyandırmıştır. Burada yaşanan olay sonrasında Atatürk’te var olan Türklük duyguları yükseliş sürecine girmiştir. Atatürk’ün Batı dünyası hakkındaki kanaatlerinin şekillenmesinde, 1910 yılında katıldığı Picardie Manevrası esnasında yaptığı Paris seyahati etkili olmuştur. Bunun yanında manevra sonrasında katıldığı on dört günlük Avrupa seyahati düşünce ufkunun genişlemesi açısından etkili olmuştur. Bu seyahat, Atatürk’ün kitaplardan edindiği kanaatleri bizzat yerinde ve görerek tatbik etmesini sağlamıştır.



ATATÜRK’ÜN MİLLET ANLAYIŞI

Mustafa Kemal Atatürk’ün millet anlayışı, “hâkimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğu” bir halk egemenliğine dayanmaktadır. Bu yönüyle ırkçılığı reddederek Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde veya dışında yaşayan kendisini ancak Türk olarak gören herkesin milletin birer ferdi olduğunu benimsemektedir. Nitekim Atatürk bu düşüncesini,
“Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir milletin evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır.” sözleriyle ifade etmiştir.


Atatürk’ün kurucusu olduğu Türkiye Cumhuriyeti, fertlerin vatana olan bağını anayasalarda vatandaşlık tanımları ile belirtmiştir. Türkiye Cumhuriyeti anayasalarındaki vatandaşlık tanımı, ırk esasının yerine millî hissiyatları ve eşitlik ilkesini içerisinde barındıran bir aidiyet duygusunu benimsemiştir. Nitekim 1924 Anayasası’nın 88. maddesinde vatandaşlık tanımı 1945 yılına kadar yürürlükte kalan ilk haliyle, “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın, vatandaşlık itibarı ile Türk ıtlak olunur.” şeklinde yapılmıştır. Atatürk’ün millet anlayışında Türk tanımı, ırk, cinsiyet ve renk ayrımı yapmaksızın vatandaşlık bağı ile bağlı olmanın yeterli olduğu bir aidiyet duygusuyla ifade edilmiştir. 1961 Anayasası’nın 54. maddesinde bu tanım, “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” şeklinde ifade edilmiş ve 1982 Anayasası’nın 66. maddesinde aynı tanımla benimsenmiştir. Bu nedenle Türk anayasa sisteminde devletin yapısı, vatandaş olmanın vatandaşlık bağı ile bağlı olmak dışında başka bir kritere tabi olmadığı bir yapıdan oluşmaktadır. Atatürk’ün millet anlayışı da burada kullanılan vatandaşlık tanımına uygundur. Milletin müşterek iradesinden oluşan milliyetçiliğin üç unsuru şu şekilde ifade edilmektedir:

“1. Vicdan ve duygu olarak Türk olduğunu kabul etmek,
2. Dini, dili ve mezhebi ne olursa olsun kendini Türk hissetmek; kendini Türk hisseden herkesin de Türk olduğunu kabul etmek,
3. Bir arada ve hür yaşama azim ve kararını idame ettirmek.”


Atatürk’ün millet ve milliyetçilik tasavvurunu yansıtan en değerli kaynaklardan biri bizzat yazarı olduğu ve Afet İnan tarafından kaleme alınan “Medeni Bilgiler” kitabıdır. Medeni Bilgiler’de Türk milleti, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” tanımıyla özetlenmiştir. Burada Türk milletinin oluşumundaki etkenler, “Halk egemenliğine dayanan Cumhuriyet yönetimi” ve her reşidin dinini seçme serbestîsini içeren “laik” bir düzen olarak ifade edilmiştir. Toplumsal ve bireysel kimliklerin oluşumunda “tarihî bir geçmiş, sosyokültürel ve manevi değerler” önemli rol oynamaktadır. Bu nedenle Atatürk’ün millet anlayışından millî kültürün yeri bulunmaktadır. Millî kültürü inşa etme çabasıyla Türk Dil ve Tarih kurumları kurulmuştur. 1931 yılında Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti adıyla kurulan cemiyetin o dönem başkanlığını yürüten Tevfik Bıyıklıoğlu’na Atatürk tarafından yazılan mektupta, millî kültür içerisinde tarihin öneminden şu şekilde bahsedilmiştir:

“Tarih yazmak için tutulan yolun mantıki ve bilhassa ilmi olması şarttır. Bu münasebetle yüksek heyetinizin reisi bulunan zatı âlinize hatırlatırım ki yenidünya ufuklarına açacağınız yeni tarih semasında dikkatli olunuz. Sümmet tedarik bir eser vücuda getirerek ferdasında nadim olmaktansa hiçbir eser vücuda getirememe aczini itiraf etmek evladır. İlim sahasında vesveseli olmak, miskin, müesseselerin mezunlarına inanmaktan evladır.”

Atatürk’e göre milletlerin oluşumunda “ortak mazi ve birlikte yaşama arzusu” birleştirici rol oynamaktadır. Millî şuur, tarih ile beslenerek birtakım yanlış anlaşılmaların ortaya çıkmasını engelleyecektir. Bu nedenle tarih üzerine çalışma yapanlar tarafından millî şuurun canlı tutulmasına gayret edilmektedir. Atatürk, milliyetçilik fikrinin kendisinde nasıl oluştuğu hakkında 14 Eylül 1931 tarihindeki bir sohbet esnasında şu ifadelerde bulunmuştur:

“Bizim neslin gençlik yıllarına Osmanlılık telkin ve etkileri hâkimdi. İmparatorluk halkını meydana getiren Türk’ten başka milletlere, bu arada yanlış bir din anlayışıyla Araplara, sarayın, ordu ve devlet ileri gelenleri arasında bulunan ırktaşlarının etkisiyle Arnavutlara özel bir değer veriliyor, onlardan söz edilirken ‘kavmi necip’ deyimi ile sıfatlandırılarak bu duygunun belirtilmesine çalışılıyor, memleketin sahibi ve devletin kurucusu olan biz Türkler, ikinci planda gelen önemsiz halk yığınları sayılıyordu. Şair Mehmet Emin Yurdakul’un, ilk defa Manastır Askerî İdadisinde öğrenci iken okuduğum ‘Ben bir Türk’üm, dinim, cinsim uludur’ mısrasıyla başlayan manzumesinde, bana millî benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum. Fakat ben asıl bunu, orduya katıldığım ilk günlerde, bir Anadolu çocuğunun göz yaşlarında gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağım oldu. Kendimi hiçbir zaman Osmanlılığın telkin ettiği başka milletleri öven ve Türklüğü aşağı gören eksiklik duygusunu kaptırmadım. Bakınız nasıl oldu? Kurmaylık stajı için verildiğim süvari alayı, Hayfa’da bulunuyordu. Kışla ile deniz arasında geniş bir talim alanı vardı ve piyade acemi eğitim devri yeni başlamıştı. Erleri bölgeden toplanmış Arap gençlerinden, öğretici kadro da tecrübeli ve Anadolulu kıt’a çavuşları olan Türk delikanlılarından kurulu idi. Katıldığım bölüğün alaydan yetişmiş, Makedonya Türklerinden, ileri yaşlı bir yüzbaşısı vardı. Erlere çavuşlar talim yaptırıyor, biz subaylar arada dolaşarak çalışmaları izliyor ve denetliyorduk. Yüzbaşı, çavuşlarına karşı sert davranıyor, yeni erlere karşı ise fazla şefkatli görünüyordu. Onların herhangi bir şekilde azarlanmasına, hırpalanmasına gönlü razı olmadığını ısrarla söylüyordu. Hâlbuki talimlerde, Türkçe bilmedikleri için, çavuşların söylediklerini iyi anlayamayan kimi erlerin yanlış hareketlerinin, zaman zaman çavuşların sabırlarını tükettiği, sertçe davranışlarına yol açtığı da oluyordu. Bir gün yüzbaşı, bu yolda hareketten kendini alıkoyamayan bir çavuşunu mimlemiş ve talimden dönüldükten sonra, birlikte oturduğumuz bölük komutanlığı odasına çağırtmıştı. Takım komutanıyla birlikte gelerek yüzbaşısını saygıyla ve askerce selâmlayan çavuş, yirmi beş yaşlarında dinç ve yakışıklı, ince bıyıklı, elmacık kemikleri fazla kabarık, uyanık bir Türk çocuğu idi. Yüzbaşı, onu millî onurunu ağır şekilde hançerleyen ‘...Türk!’ sözleriyle azarlamaya başlamıştı. ‘Sen nasıl olur da kavmi necibi Arap’a mensup, Peygamberimiz Efendimizin mübarek soyundan olan bu çocuklara sert davranır, ağır söz söyler, onların kalbini kırarsın? Kendini bil, sen onların ayağına su bile dökmeye lâyık değilsin...’ gibi gittikçe manasızlaşan fakat yaşlı yüzbaşının samimî inancından kuvvet alan sözlerle hakaret ediyor, gittikçe asabîleşiyordu. Ben dikkatle çavuşun yüz ifadesini izliyordum. Başlangıçta üstünde bir babaya duyulan saygının içtenliği okunan çizgiler sertleşmeye, içten gelen haklı bir isyanın ateşleri gözlerinde okunmaya başlamıştı. Fakat gerçek itaatin simgesi olan her Türk askeri gibi bu da iç duygularını gemlemesini bildi. Sessizce göz pınarlarından dökülmeye başlayan yaş damlaları, yanaklarında birbirini kovalayarak bıyıkları üstünde toplanıyor ve kendini böylece yatıştırmaya çalışıyordu. Ben, bir taraftan üzgün ve sinirli, bu sahneyi seyreder ve söylenenleri dinlerken, bir yandan da içimde bir isyan duygusu şahlanıyor ve şöyle düşünüyordum: ‘O erin bağlı olduğu kavim, birçok bakımdan necip olabilirdi. Fakat çavuşun, yüzbaşının ve benim bağlı olduğumuz kavmin de tarihleri şerefle dolduran büyük ve asil bir millet olduğu da bir an şüphe götürmez bir gerçekti. Türklük hakkındaki o günkü görüş ise doğrudan doğruya Türk aydınlarının kendi kendini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük var sayarak, kendini onlardan aşağı görüp nefsine olan güveni yitirmesindendir. Artık bu yanlış görüşe son vermek, Türklüğümüzü bütün asalet ve necabeti ile tanımak ve tanıtmak gerekmektedir’ dedim ve o andan beri inandığım bu gerçeğe bütün Türklerin inanmasını, bununla övünüp kendine güvenmesini ülkü bildim.”

Atatürk’ün millet anlayışında ortak mazi ve birlikte yaşama arzusu, milletin geçmişindeki mazisinin geleceğin teminatı olduğu düşüncesi üzerine kurgulanmıştır. Millî bir kimliğin oluşumunda önemli rol oynayan bu kavramların taşıdığı değerin bir ifadesi olarak Atatürk’ün şu sözleri dikkat çekicidir:

“Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak evvela bizim kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti hissen, fikren, fiilen bütün hareketlerimizle gösterelim. Bilelim ki millî benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır.”

Atatürk, Medeni Bilgiler kitabında “milli duygu”dan bahsetmiştir. Türk milleti Atatürk’e göre millî duygu ile insani duyguyu bir arada kullanmayı doğru bulur. Nitekim Türk milleti “insanlık âleminin samimi bir ailesi” olarak çağdaş uygarlığın ilerlemesi sürecinde farklı milletlerle medeni ilişkiler geliştirmelidir. Atatürk bu görüşünü ifade ederken, “Türk milletinin kökleşmesinde etkili olan doğal ve tarihî gerçekleri” şu şekilde ifade etmiştir:

Siyasi varlıkta birlik, • Dil birliği, • Yurt birliği, • Irk ve köken birliği, • Tarihî yakınlık, • Ahlaki yakınlık.

Atatürk, Türk milletinin fertlerinin ortak özellikler gösterdiğine inandığı bu gerçekler dışında her millete uygun olacak bir millet tanımı da ortaya koymuştur. Atatürk, her millete uyabilecek millet tanımını şu şekilde ifade etmiştir:


“a. Zengin bir geçmiş mirasına sahip bulunan;
b. Birlikte yaşamak konusunda ortak arzu ve kabulde samimi, içten olan;
c. Ve sahip olunan mirasın korunmasına birlikte devam konusunda iradeleri ortak olan insanların birleşmesinden meydana gelen topluluğa millet adı verilir.”


Atatürk, Medeni Bilgiler kitabında Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran millet üzerine zihni bir durum muhakemesi yapmıştır. Burada Türk milletini millet yapan değerler üzerine birkaç somut örnek vererek, kendisinin millet tasavvurunun akıllara getireceği birtakım soruları peşin olarak cevaplamıştır. Atatürk bu düşüncelerini şu ifadelerle ortaya koymuştur:


“a. Siyasi varlığımızın dışında, başka ellerde, başka siyasi topluluklarla, isteyerek veya istemeyerek kader ortaklığı yapmış, bizimle dil, ırk, köken birliğine sahip ve hatta yakın uzak tarih ve ahlak yakınlığı görülen Türk toplulukları vardır. Tarihin bir olayının sonucu olan bu durum, Türk milleti için acıklı bir hatıradır fakat Türk milletinin tarihî ve ilmi olarak oluşumundaki asalete, dayanışmaya asla zarar vermez.

b. Bugünkü Türk milleti siyasi ve sosyal topluluğu içinde kendilerine Kürdük fikri, Çerkezlik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve millettaşlarımız vardır. Ancak geçmişin zorba dönem ürünü olan bu yanlış adlandırmalar, birkaç düşman aleti, gerici beyinsizden başka hiçbir millet bireyi üzerinde üzüntüden başka bir etki yaratmamıştır. Çünkü bu millet evladı da tüm Türk topluluğu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlaka, hukuka sahip bulunuyorlar.

c. Bugün içimizde bulunan Hıristiyan, Musevi vatandaşlar, kader ve şahıslarını Türk milliyetine vicdani arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı düşüncesiyle bakılması, medeni Türk milletinin asil ahlakından beklenebilir mi?”


Atatürk milletinin üstün değerlerini her fırsatta öne çıkararak milletine motivasyon sağlayan, sahip olduğu yüksek idealler sayesinde milletine kılavuzluk yapabilen bir liderdir. Atatürk’ün milletini yeni başarılara ve kahramanlıklara motive etmek amacıyla dile getirdiği söylemlerden biri onun millete olan bakış açısını ifade etmektedir:

Ey Türk milleti! Sen yalnız kahramanlık ve cengâverlikte değil, fikirde ve medeniyette de insanlığın şerefisin. Tarih, kurduğun medeniyetlerin övgüleriyle doludur. Mevcudiyetine kasteden siyasi ve toplumsal etkenler birkaç asırdır yolunu kesmiş, yürüyüşünü ağırlaştırmış olsa da onbin yıllık fikir ve kültür mirası, ruhunda bakir ve tükenmez bir kudret hâlinde yaşıyor. Hafızasında binlerce ve binlerce yılın hatırasını taşıyan tarih, medeniyet safında layık olduğun yeri sana parmağıyla gösteriyor. Oraya yürü ve yüksel! Bu, senin için hem bir hak, hem de bir vazifedir!”



ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ

Mustafa Kemal Atatürk’ün mimarı olduğu Türk Devrimi, Atatürkçülük olarak ifade edilmiştir. Atatürkçülük kısa bir tanımla, “Tam bağımsızlık ilkesinden hareketle devletin millet egemenliği esasına dayalı akıl ve bilim yolu ışığında, insan haklarına saygılı, demokratik sosyal bir hukuk devletini benimseyen, Türk kültürünün çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkartılması amacıyla temel ilkeleri yine Atatürk tarafından belirtilen gerçekçi ilkeler ve fikirler bütünü.” olarak ifade edilmektedir. Atatürkçü düşünce sisteminin bir boyutunu Atatürk’ün “milliyet ilkesi” oluşturmaktadır. Atatürk, Medeni Bilgiler kitabında “milliyet ilkesini” şu sözlerle ifade etmiştir:


“Bir milletin, diğer milletlere kıyasla doğal veya kazanılmış özel karakterler sahibi olması, diğer milletlerden farklı bir organizma oluşturması, çoğunlukla onlardan ayrı olarak onlara paralel gelişmeye emek vermesi durumuna milliyet ilkesi denir.”

Atatürk’ün ifade ettiği millet tasavvuru, millî birlik ve beraberliğe dayanmaktadır. Bu düşünce Atatürk tarafından şu şekilde ifade edilmiştir:

“Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında ulusal birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur. Ulus varlığını ve yurt erginliğini korumak için bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhâl ortaya koymaya karar vermiş olmak, bir ulusun en yenilmez silahı ve koruma vasıtasıdır. Bu sebeple, Türk ulusunun idaresinde ve korunmasında, ulusal birlik, ulusal duygu, ulusal kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir. Yüksek ve devrimci bir kültür seviyesine varmak için, önümüzdeki yıllarda daha çok emek vereceğiz.”


Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı, “çağdaş, birleştirici ve toparlayıcı” olarak ifade edilmiştir. Bu yönüyle Atatürk milliyetçiliği, millî birlik ve bütünlüğümüze aykırı her türlü ideoloji karşısında millî varlığımızı koruyucu bir rol oynamaktadır. Bunun yanında Atatürk milliyetçiliği, başka milletlerle olan ilişkilerimizi düzenleyen bir kılavuz niteliği taşımaktadır. Atatürk, Türk milletinin başka milletlerle münasebeti ile ilgili takip edilen politikayı 1920 yılı Ağustos ayında yaptığı bir konuşma esnasında şu sözlerle ifade etmiştir:

“Bizim nokta-i nazarımız ki, halkçılıktır, kuvvetin, kudretin, hâkimiyetin, idarenin doğrudan doğruya halka verilmesidir, halkın elinde bulundurulmasıdır. Şüphe yok ki bu, dünyanın en kuvvetli bir esası, bir prensiptir. Elbette böyle bir prensip Bolşevik prensipleriyle tearuz etmez. Gerçi bize milliyetperver derler. Fakat biz öyle milliyet pervanız ki, bizimle teşrik-i mesa’i eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların bütün milliyetlerinin icabatını tanırız. Bizim milliyetperverliğimiz, herhâlde bencil ve kendini beğenmiş bir milliyetperverlik değildir. Bahusus biz İslam olduğumuz için, İslamiyet nokta-i nazarından bizim ümmetçiliğimiz vardır ki, milliyetperverliğin çizmiş olduğu daire-i mahdudeyi çok geniş bir sahaya nakleder ve bu nokta-i nazardan da bizim istikametimizde Bolşevik istikameti görülebilir… Bizim milletimiz ise heyet-i umumiyesiyle mağrur ve mazlumdur.”

Atatürk, Türk milliyetçiliğinin özel bir karakteri olduğundan bahsetmiştir. Atatürk’e göre Türk milliyetçiliği bir taraftan dünya milletinin şerefli bir üyesi olarak onlarla birlikte yürümekteyken bir taraftan da kendi öz benliğini ve bağımsız karakter yapısını muhafaza edecektir. Atatürk bu konu hakkındaki düşüncesini şu sözlerle ifade etmiştir:

“Türk milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme yolunda ve uluslararası görüşme ve ilişkilerde, bütün çağdaş milletlere paralel ve onlarla aynı uyumda bir ahenkte yürümekle birlikte, Türk toplumunun özel yaradılışını ve başlı başına bağımsız kimliğini korunmuş tutmaktır.”

Türkiye Cumhuriyeti anayasalarında milliyetçilik ilkesine yer verilmiştir. Bunun istisnası 1921 anayasasıdır. 1921 Anayasası’nın birinci maddesinde “egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğu” ifade edilmiş ancak bu anayasada milliyetçilik tanımına yer verilmemiştir. Milliyetçiliğin anayasal bir zemine oturtulması 1924 Anayasası ile mümkün hâle gelmiştir. 1924 Anayasası’nda 5 Şubat 1937 tarihinde yapılan 3115 sayılı değişiklikle, anayasanın 2. maddesine, “Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi laik ve Devrimcidir” ibaresi eklenmiştir. 5 Şubat 1937’de yapılan bu değişiklikle ilgili tasarı görüşmelerinde söz alan dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, hükûmetin milliyetçilik anlayışını şu sözlerle özetlemiştir:

“Türk Devleti behemehâl Türkçü ve millîci olmak lâzımdır. Türk milletini insanlık içinde medeniyete yarar, sulha hadim, mümtaz bir kitle yapmak için evvel emirde Türk milletini layık olduğu medeniyet seviyesine çıkarmak lazımdır. Bu itibarla millîci olmak bizim şiarımızdır. Fakat millîci şiarımız dar ve inhisarcı değildir. Bizim milletimiz medeni dünya içinde onun esaslı bir unsuru olarak insanlığın yükselmesine, bütün dünyanın refah ve saadet içinde yasamasına matuf bir milliyetçiliktir.”

1924 Anayasası’nda milliyetçilik ilkesi, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sıralanmışken, 1961 Anayasası “millî devlet” ifadesini kullanmıştır. Bunun yanında 1961 Anayasası’nın başlangıç kısmında “Türk Milliyetçiliği” ifadesine yer verilmiştir. Burada Türk milliyetçiliği, “Bütün fertlerini, kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün hâlinde, millî şuur ve ülküler etrafında toplayan ve milletimizi, dünya milletleri ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak millî birlik ruhu içerisinde daima yüceltmeyi amaç bilen bir milliyetçilik.” olarak ifade edilmiştir. 1982 Anayasası’nın 2. maddesinde ifade edilen Cumhuriyetin nitelikleri arasında “Atatürk Milliyetçiliği” kavramına yer verilmiştir. Nitekim 1982 Anayasası’nın 2. maddesinde, “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti” (Mevzuat, 2018a) olarak ifade edilmiştir. 1982 Anayasası’nda Atatürk milliyetçiği kavramı, Türk milliyetçiliği ile özdeş olarak kullanılmıştır. 1982 Anayasası’nın 2. madde gerekçesinde bu ifade, “Türkiye Cumhuriyeti herşeyden önce Atatürk Milliyetçiliğine bağlı; yani bütün fertlerinin kaderde, kıvançta ve tasada ortak, bölünmez bir bütün hâlinde, diğer bir deyişle, millî dayanışma ve adalet anlayışı içerisinde yaşayan bir toplum.” olarak yer almıştır. Atatürk milliyetçiliği kavramı, 1982 Anayasası’nın Başlangıç kısmının ilk paragrafında, “Türk Vatanı ve Milletinin ebedi varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda…” (Mevzuat, 2018b) şeklinde anayasanın üzerine inşa edildiği temel değerler anlamında kullanılmıştır. Anayasalarımız tarafından ifade edilen Atatürk milliyetçiliği kavramı, Anayasa Mahkemesi tarafından şu şekilde ifade edilmiştir:

“Türkiye Cumhuriyeti milliyetçiliğe çok önem vermiş ve bu kavram anayasalarda temel ilke olarak yer almıştır. Atatürk milliyetçiliği, ülke ve ulus bütünlüğünü koruyan temel ilkedir. Türkiye Cumhuriyeti Atatürk milliyetçiliğine içtenlikle bağlıdır. Eşitlikçi ve birleştirici içeriğiyle çağdaş anlayışı yansıtan Atatürk milliyetçiliği toplumsal dayanışmanın güvencesidir. Atatürk milliyetçiliği, yaşamsal ve bilimsel gerçek olarak benimsenmiştir. Bu tarihsel ilke aynı zamanda ulusal varlığın korunmasına ve yüceltilmesine hizmet edecek yaşam anlayışı ve biçimidir. İnsancıl, uygar ve barışçıldır. Kardeşliği, sevgiyi, dayanışmayı ve çağdaş evrensel değerleri kucaklar.”

Anayasalarımız tarafından benimsenen Atatürk milliyetçiliği kavramı, “akılcı, çağdaş, medeni, ileri dönük, demokratik, insani, barışçıl” olarak değerlendirilmesinin yanında, “sosyalizm ve komünizm gibi milliyetçiliği reddeden akımlar ile faşizm ve nasyonel sosyalizmde olduğu gibi ırkçılık ve şovenizme karşı” olarak ifade edilmiştir. Atatürk’ün cumhuriyete sahip çıkacak bir toplum oluşturma çabası içerisinde, karşısına çıkan en büyük sorunlardan biri “halkın eğitimsizliği” olmuştur. Bu konuda dünyaca ünlü eğitimcilerin fikirlerine başvurarak, başöğretmenliğini Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı Millet Mektepleri’nden oluşan, yeni bir eğitim modeli ortaya koyulmuştur. Atatürk’ün en önemli talimatlarından biri gençlere millî eğitim verilmesi ile ilgilidir. Atatürk millî eğitime verdiği önem konusundaki düşüncelerini şu şekilde ifade etmiştir:

“Genç beyinlere kültürünü, insanlığa, millet ve memleket yararına kullanmayı, hür ve şerefle egemen yaşamayı, karanlık günleri geri getirmeyecek yabancı ideolojilere kapılmama bilgisini, benliğini yabancılar için kullanmamayı cumhuriyet okulları öğretir.”

Atatürk milliyetçiliği, milletimizin fertlerinin birlik ve beraberliğinin sürmesi için millî ve manevi varlığımıza düşman unsurlarla mücadele etme kararlılığını benimsemiştir. Millî eğitim faaliyetlerinin yürütülmesi konusunda ilgili devlete büyük bir sorumluluk düşmektedir. Nitekim Atatürk bu düşüncesini şu sözlerle ifade etmiştir:

“Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri eğitimin sınırları ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine, millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir.”

Buradan yola çıkarak Atatürk milliyetçiliği ile ilgili tüm bu aktarılanları maddeler hâlinde şu şekilde özetlemek mümkündür:

• Çağdaş, ileriye dönük, birleştirici, toparlayıcı, insani ve barışçıldır.
• Milliyetçiliğe tamamen karşıt olan komünizmle bağdaştırılması asla mümkün olmadığı gibi ırkçılığı, totaliter faşizmi, şovenizmi ve teokratik düzeni reddeder.
• Ülkenin ve milletin bütünlüğüne önem verir.
• Milli kültürün korunması ve geliştirilmesine önem verir.
• Laiklik esasına dayanır.
• Demokrasiye ve halk egemenliğine dayanır.
• Sınıf kavgasının yerine sosyal dayanışmayı kendisine rehber edinir.
• Milli birlik ve beraberlik ile güçlüklerin yenileceği esasına dayanır.



SONUÇ

Atatürk’ün millet anlayışını ve milliyetçiliğe bakışını belirlemesinde devletin içinde bulunduğu şartlar kuşkusuz etkili olmuştur. Bunun yanında Atatürk çok okuyan, araştıran, tahlil ve mukayese yapabilen, öngörü sahibi bir aydındır. Çocukluğu, askerî öğrencilik yılları ve meslek hayatı Atatürk’ün milliyetçilik anlayışını şekillendirmesinde büyük rol oynamıştır. Atatürk, iyi seviyedeki Fransızcası sayesinde milliyetçilik akımlarının gelişmesinde başat rol oynayan Fransız Devrimi’ne sebep olan olaylar ve devrim sonrasında yaşananları tahlil etme fırsatı bulmuştur. Böylelikle Atatürk Türk milleti için en uygun olan millet tanımını sahip olduğu engin bilgi birikimi ile belirlemiştir.

Atatürk milliyetçiliği, millet olmayı fertler açısından o millete aitliği kabul etmeyi yeterli görmüştür. Nitekim bu anlayış, kendini Türk milletinden biri olarak görmek için “Türküm” demenin yeterli olduğu bir milliyetçilik anlayışıdır. Bunun yanında Türk milleti olarak milletin fertleri Atatürk’e göre ortak birtakım özelliklere sahiptir. İfade ettiğimiz üzere bu özellikleri tek tek sıralayan Atatürk, Türk milletinin herhangi bir millete benzemediğini ifade etmiş, bu nedenle milleti millet yapan ortak özelliklerden farklı bir Türk milleti tanımı yapmıştır

Atatürk milliyetçiliği, milletlerin kadim medeniyetlerden doğduğu fikrine katılmakla birlikte çağdaş ve ilericidir. Türk milletini dünya medeniyetinin şerefli bir üyesi olarak değerlendirmiştir. Çağdaş düşünceleri benimseyen bu milliyetçilik anlayışı, çağdaşlaşmayı gerçekleştirmek adına diğer milletlere karşı akılcı ve barışçıl bir tavır sergileyecektir. Atatürk milliyetçiliği ırkçılığı reddeder. Bunun yanında millet olmak için ırk, cinsiyet, renk, dil, din gibi unsurları şart olarak görmez. Anayasalarımızdaki vatandaşlık tanımına da yansıyan bu düşünce, milletin ferdi olmak için vatandaşlık bağı ile bağlı olmanın yeterli sayıldığı bir anlayıştır. Atatürk milliyetçiliği, millî duygu ve kültürün millet üzerindeki etkisine inanır. Buna göre millet olabilmek için dünya milletlerinden farklı olarak Türk milletine ait millî duygu ve düşünüşe sahip olmak milletin birlik ve beraberliğini güçlendirecektir. Atatürk milliyetçiliği, millet fertlerinin birlik ve beraberlikle güçlükleri yenebileceğine inanır. Toplumsal dayanışmayı arttıran, milletleri millet yapan değerler arasında, kederde ve sevinçte bir olma anlayışını benimser. Bu nedenle millî varlığa düşman her türlü düşünce, davranış, dogma ve ideolojiye Atatürk milliyetçiliğinde yer yoktur. Atatürk milliyetçiliği bunların yanında laik ve demokratiktir. Kesin kabulleri, olmazsa olmazları bir kenara bırakarak, millet fertlerin hür ve bağımsız bir devlet içerisinde özgürce yaşamalarını tasavvur eder. Bu nedenle halkın üstünde hiçbir gücü tanımayan bir halk egemenliği anlayışını benimsemiştir. Atatürk milliyetçiliği, Türk milletini millet yapan değerleri ifade ederken millet fertlerini yüksek idealler ile çalışmaya ve gayret etmeye sevk eder. Bunun yanında millet fertlerini ulaşılacak bir yüksek ideal uğruna canları pahasına savaşma noktasında motive edecek bir güç olarak değerlendirilebilir. Nitekim Atatürk, Türk milletine motivasyon sağlayan ve ona ilham veren milliyetçilik anlayışını, “Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” (Keskin, 1999: 109) şeklinde özetlemiştir. Bu nedenle Atatürk milliyetçiliği, kendine has bu özelliği ile diğer milliyetçilik anlayışları içerisinde dünya milletlerinin örnek alması gereken yüksek bir ideal ve kültür hareketidir.


KAYNAK : https://www.researchgate.net/publication/338595750_Ataturk'un_Millet_Anlayisi_ve_Ataturk_Milliyetciligi_-_Ataturk's_National_Approach_and_Ataturk's_Nationalism
 
Son düzenleme:

M.Shadows

Kaan
Panpa
Destekçi
14 Şub 2018
2,006
3
4,827
4,270
24
Highway to Hell
Marka
Hyundai
Ciddi anlamda uzun olmasına rağmen her satırında bilinmesi gereken şeyler,Ata'mızı daha iyi anlayacağımız şeyler yazıyor.Ruhu şâd,mekanı cennet olsun paşamızın.

images (52).jpeg
 

Cenk

Galatasaray
Beta Programı
8 Eyl 2016
18,104
45,653
6,820
Zonguldak
Marka
Ford
Ciddi anlamda uzun olmasına rağmen her satırında bilinmesi gereken şeyler,Ata'mızı daha iyi anlayacağımız şeyler yazıyor.Ruhu şâd,mekanı cennet olsun paşamızın.

Ekli dosyayı görüntüle 28366
Aslen paylaştığım kaynak kısmından pdf olarak indirildiğinde pek uzun gelmiyor. Maksimum 20-25 dakikada okunuyor. Ama söylediğin gibi her satırı çok anlamlı. Bu içeriği özellikle paylaştım ki günümüzde milletimizin ihtiyacı var bu yazılanları okumaya ve bilhassa anlamaya.Tarihte böylesine birleştirici, ötekileştirmeden, ahlaka, eşitliğe ve karşılıklı anlayışa dayalı bir milliyetçilik anlayışını savunan, yaymaya çalışan pek az insan, oluşum, ülke var. Allah mekanını cennet eylesin inşaallah.
 
AdBlock Tespit Edildi!

OTOPARK.COM Forum'u Adblock ile kullanmanız bizi üzdü

Değerli ziyaretçimiz/üyemiz, OTOPARK.COM Forum ücretsiz bir oluşum olup, maliyetlerin karşılanması için reklamların yayınlanması gerekmektedir. Lütfen Adblock'u OTOPARK.COM'dan hariç tutunuz.

Tamam, AdBlock'u devre dışı bıraktım