Evet beyler başlıktan da anlayacağınız üzere meselenin özü nevi şahsına münhasır bir zat olan benin başına gelenleri, hazır kahvaltımı yapmış ve bir yandan da çayımı içerken siz dostlarıma anlatmak istiyorum. İşsizliğin bana vermiş olduğu yetkiye dayanarak uzun uzun yazacağım baştan uyarayım
Cuma gecesi saat 22 sularında OSA üçlüsü -Orhan, Sedat, Ali- telekonferans yapıyorduk. Konu tabii ki benim Sakarya'ya taşınmam ve arkadaşlarımdan uzaklaşmam idi. Nasıl olduya konu bir şekilde yemek muhabbetine döndü ve Sedat ile Ali aynı anda atağa kalkarak beni İstanbul'a yemek yemeye çağırdılar. Ben de anlık bir gaza gelmenin sonucunda "bekleyin lan bu gece çıkıyorum yola sabah İstanbul'dayım" deyip, telekonferansı sonlandırdım. Telefonu kapattıktan sonra kafamda bir kaç soru filiz verdi; yemeği Sedat yapacak, zehirlenir miyiz? hanıma gecenin bir vakti İstanbul'a arkadaşlar ile yemek yemeye gideceğimi nasıl inandıracağım? babam böyle past... pardon o başka bi konuydu. Neyse hanıma, Sedat'ın yanına gittiğimde görüntülü arayacağımın garantisini verdim ve inandırdım. Sırt çantamı hazırlayıp, benim namı diğer vasıfsız vectra'ya atlayıp düştüm İstanbul yollarına.
Aksilik 1; Akşam arabanın içini cehennemin ilk katındaki sıcaklığa eş değer bir şekilde ısıtan vectra, şimdi ısıtmıyor, kalorifer bozuldu!? Neyse dedim yapacak bir şey yok çıktım artık yola. Çıktık yola ama, cam hayvan gibi buğu yapıyor, önümü göremiyorum, mecburen camlardan birini kıynaştırdım azıcık. Haliyle arabanın içinde bere, atkı, eldiven ve kaban dörtlüsü ile Eskimo misali İstanbul'a kazasız belasız vardım. Neyse işte sohbet, muhabbet, yemek, park yeri kavgası, görüntülü konuşma, İstanbul geceleri kazan biz kepçe(!) misali günü sonlandırdık. Pazar sabahı saat 2 gibi yola çıkmak için hazırlanan ben, tekrardan Eskimo misali üstümü giyindim ve avcısından kaçan ceylan gibi sıçraya sıçraya merdivenleri inmeye başladım ve geldim araç başına...
Aksilik 2; Kapılar açılmıyor! O an başımdan aşağı dökülen kaynar sular sayesinde vücut sıcaklığım bir anda tavan yaptı tabii. Atkı, bere, eldiven ne varsa çıkardım üstümden. Kabanı çıkarmadım tabii o kadar değil.
Gelelim aksilik 3'e; 2 hafta önce arabamın şoför kapısındaki kilidi hırsızlar ellerindeki bütün imkanları kullanarak bozukları için, kapıları manuel olarak açamıyorum... Neyse aklımdan iyi şeyler geçirmeye çalışıyorum sürekli, inşallah diyorum kumandanın pili bitmiştir -bak bak düşünceye bak yavrum benim- ama dediğime kendim de inanmıyorum çünkü kumanda üstüdeki ışık yanıyor! Yinede içim rahat etmiyor belki zayıflamıştır pil falan diye kendimi avutuyorum ama gecenin 2'sinde pil nereden bulucam diye kara kara düşünürken, Sedat "evde olcak bi tane" diyince bi aydınlanma geldi Sedat'a inanamadım. Neyse pili değiştirdik geldik tekrar araç başına, bildiğimiz bütün duaları okuyup yaradana sığınma sürecinden sonra büyük umutlar ile bastım düğmeye ama yok... Açılmadı yine... Ondan sonra felaket senaryolarını yazmaya başladım ben kafamda. Akü bitmiş olabilir, merkezi kilit beyni bozulmuş olabilir, 4 kapı üzerindeki merkezi kilit motorları aynı anda bozulmuş olabilir, kumanda komple bozulmuş olablir vs. vs. Ne yapıcaz gecenin bu vakti diye düşünürken, birden bagajdan arabanın içine girme fikri geldi aklıma.
Aksilik 4; Bagaj kilidi boşa dönüyor! Anahtarı taktım yuvaya, çeviriyorum ama boş... Bu vesile ile aynı anda arka planda "Allah'ım neydi günahım?" şarkısı çalmaya başlıyor -galiba eşimin ahı tuttu-. Ufak bir sinir krizinin ve istişarenin ardından bagaj kilidine bir miktar tokat ve yumruk attıktan sonra kilit kendine geliyor ve açılıyor -çok şükür-. Hemen atlıyorum bagajın içine elimde cep telefonunun flaşı açık bir şekilde ve elimi cam altı pandizotu ile koltuk arasına sokmaya çalışıp, arka koltuğu yatırmaya uğraşıyorum. Tam o esnada "Hoouvv Hoouvv noluyo orda polisi arıyorum bak şerefsizlerrrr" nidaları eşliğinde yan apartmandan elinde sopa ile yaşlı bi dayı çıkıyor. Bende o anki panik ile "noluyo lan!?" nidaları eşliğinde bagajdan çıkıyorum ama nasıl çıkıyorum? Çıktığım gibi dengemi kaybedip totomun üstüne asfalta kapaklanıyorum -hala acıyor -. Dayıyı zar zor durdurup ruhsatı vs. göstererek aracın bizim aracımız olduğuna inandırıyoruz ve dayı hiçbir şey olmamış gibi "kolay gelsin" diyip çekip gidiyor -lan insan "bi ihtiyacınız var mı" diye sorar dimi!- Daha sonra bir şekilde koltuğu yatırıp, kapı üstündeki kilitlerden birini çekince "şlak" sesi eşliğinde diğer kapılarda açılıyor(tamam kilit motorları sağlam). Neyse çıktım yola işte sabah saat 5 gibi Sakarya il sınırını geçince ilk benzinlikte durup yiyecek içecek bir şeyler alayım diye söz verdim kendime. Durdum benzinlikte 2 redbull ve 2 çikolata ile beraber geldim kasaya cüzdanı açtım ki birde ne göreyim...
Aksilik 5; Ehliyet yok yerinde.Yine bi kafamdan aşağı sıcak su dökülmesi seansından sonra kendime gelebildim. Evet ya Sakarya'dan İstanbul'a ya da İstanbul'dan Sakarya'ya ehliyetsiz gelmişim, nerede olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. Hemen bagaja koştum belki o sırada oraya düşmüştür diye ama maalesef. İlk önce Sedat'ı aradım. Ama cevap olumsuz... Daha sonra eşimi aradım montlarımın ceplerine falan bakması için Allah'tan evde bıraktığım montumun cebindeymiş.
Şimdi dostlarım; ben bu yaşanan hadiseler sonucunda şansız mı yoksa ehliyetsiz bi şekilde Sakarya-İstanbul-Sakarya yaparak hiçbir çevirmede durdurulmadığım için şanslı mıyım? Galiba ben Allah'ın sevdiği bir kuluymuşum
Buraya kadar okuyan birisi olursa; vakit ayırdığı için sevgi ve saygılarımı iletiyorum. Okumayanlara da formaliteden teşekkür edeyim ehehehe
Keyifli paylaşımlar dostlar...
Cuma gecesi saat 22 sularında OSA üçlüsü -Orhan, Sedat, Ali- telekonferans yapıyorduk. Konu tabii ki benim Sakarya'ya taşınmam ve arkadaşlarımdan uzaklaşmam idi. Nasıl olduya konu bir şekilde yemek muhabbetine döndü ve Sedat ile Ali aynı anda atağa kalkarak beni İstanbul'a yemek yemeye çağırdılar. Ben de anlık bir gaza gelmenin sonucunda "bekleyin lan bu gece çıkıyorum yola sabah İstanbul'dayım" deyip, telekonferansı sonlandırdım. Telefonu kapattıktan sonra kafamda bir kaç soru filiz verdi; yemeği Sedat yapacak, zehirlenir miyiz? hanıma gecenin bir vakti İstanbul'a arkadaşlar ile yemek yemeye gideceğimi nasıl inandıracağım? babam böyle past... pardon o başka bi konuydu. Neyse hanıma, Sedat'ın yanına gittiğimde görüntülü arayacağımın garantisini verdim ve inandırdım. Sırt çantamı hazırlayıp, benim namı diğer vasıfsız vectra'ya atlayıp düştüm İstanbul yollarına.
Aksilik 1; Akşam arabanın içini cehennemin ilk katındaki sıcaklığa eş değer bir şekilde ısıtan vectra, şimdi ısıtmıyor, kalorifer bozuldu!? Neyse dedim yapacak bir şey yok çıktım artık yola. Çıktık yola ama, cam hayvan gibi buğu yapıyor, önümü göremiyorum, mecburen camlardan birini kıynaştırdım azıcık. Haliyle arabanın içinde bere, atkı, eldiven ve kaban dörtlüsü ile Eskimo misali İstanbul'a kazasız belasız vardım. Neyse işte sohbet, muhabbet, yemek, park yeri kavgası, görüntülü konuşma, İstanbul geceleri kazan biz kepçe(!) misali günü sonlandırdık. Pazar sabahı saat 2 gibi yola çıkmak için hazırlanan ben, tekrardan Eskimo misali üstümü giyindim ve avcısından kaçan ceylan gibi sıçraya sıçraya merdivenleri inmeye başladım ve geldim araç başına...
Aksilik 2; Kapılar açılmıyor! O an başımdan aşağı dökülen kaynar sular sayesinde vücut sıcaklığım bir anda tavan yaptı tabii. Atkı, bere, eldiven ne varsa çıkardım üstümden. Kabanı çıkarmadım tabii o kadar değil.
Gelelim aksilik 3'e; 2 hafta önce arabamın şoför kapısındaki kilidi hırsızlar ellerindeki bütün imkanları kullanarak bozukları için, kapıları manuel olarak açamıyorum... Neyse aklımdan iyi şeyler geçirmeye çalışıyorum sürekli, inşallah diyorum kumandanın pili bitmiştir -bak bak düşünceye bak yavrum benim- ama dediğime kendim de inanmıyorum çünkü kumanda üstüdeki ışık yanıyor! Yinede içim rahat etmiyor belki zayıflamıştır pil falan diye kendimi avutuyorum ama gecenin 2'sinde pil nereden bulucam diye kara kara düşünürken, Sedat "evde olcak bi tane" diyince bi aydınlanma geldi Sedat'a inanamadım. Neyse pili değiştirdik geldik tekrar araç başına, bildiğimiz bütün duaları okuyup yaradana sığınma sürecinden sonra büyük umutlar ile bastım düğmeye ama yok... Açılmadı yine... Ondan sonra felaket senaryolarını yazmaya başladım ben kafamda. Akü bitmiş olabilir, merkezi kilit beyni bozulmuş olabilir, 4 kapı üzerindeki merkezi kilit motorları aynı anda bozulmuş olabilir, kumanda komple bozulmuş olablir vs. vs. Ne yapıcaz gecenin bu vakti diye düşünürken, birden bagajdan arabanın içine girme fikri geldi aklıma.
Aksilik 4; Bagaj kilidi boşa dönüyor! Anahtarı taktım yuvaya, çeviriyorum ama boş... Bu vesile ile aynı anda arka planda "Allah'ım neydi günahım?" şarkısı çalmaya başlıyor -galiba eşimin ahı tuttu-. Ufak bir sinir krizinin ve istişarenin ardından bagaj kilidine bir miktar tokat ve yumruk attıktan sonra kilit kendine geliyor ve açılıyor -çok şükür-. Hemen atlıyorum bagajın içine elimde cep telefonunun flaşı açık bir şekilde ve elimi cam altı pandizotu ile koltuk arasına sokmaya çalışıp, arka koltuğu yatırmaya uğraşıyorum. Tam o esnada "Hoouvv Hoouvv noluyo orda polisi arıyorum bak şerefsizlerrrr" nidaları eşliğinde yan apartmandan elinde sopa ile yaşlı bi dayı çıkıyor. Bende o anki panik ile "noluyo lan!?" nidaları eşliğinde bagajdan çıkıyorum ama nasıl çıkıyorum? Çıktığım gibi dengemi kaybedip totomun üstüne asfalta kapaklanıyorum -hala acıyor -. Dayıyı zar zor durdurup ruhsatı vs. göstererek aracın bizim aracımız olduğuna inandırıyoruz ve dayı hiçbir şey olmamış gibi "kolay gelsin" diyip çekip gidiyor -lan insan "bi ihtiyacınız var mı" diye sorar dimi!- Daha sonra bir şekilde koltuğu yatırıp, kapı üstündeki kilitlerden birini çekince "şlak" sesi eşliğinde diğer kapılarda açılıyor(tamam kilit motorları sağlam). Neyse çıktım yola işte sabah saat 5 gibi Sakarya il sınırını geçince ilk benzinlikte durup yiyecek içecek bir şeyler alayım diye söz verdim kendime. Durdum benzinlikte 2 redbull ve 2 çikolata ile beraber geldim kasaya cüzdanı açtım ki birde ne göreyim...
Aksilik 5; Ehliyet yok yerinde.Yine bi kafamdan aşağı sıcak su dökülmesi seansından sonra kendime gelebildim. Evet ya Sakarya'dan İstanbul'a ya da İstanbul'dan Sakarya'ya ehliyetsiz gelmişim, nerede olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. Hemen bagaja koştum belki o sırada oraya düşmüştür diye ama maalesef. İlk önce Sedat'ı aradım. Ama cevap olumsuz... Daha sonra eşimi aradım montlarımın ceplerine falan bakması için Allah'tan evde bıraktığım montumun cebindeymiş.
Şimdi dostlarım; ben bu yaşanan hadiseler sonucunda şansız mı yoksa ehliyetsiz bi şekilde Sakarya-İstanbul-Sakarya yaparak hiçbir çevirmede durdurulmadığım için şanslı mıyım? Galiba ben Allah'ın sevdiği bir kuluymuşum
Buraya kadar okuyan birisi olursa; vakit ayırdığı için sevgi ve saygılarımı iletiyorum. Okumayanlara da formaliteden teşekkür edeyim ehehehe
Keyifli paylaşımlar dostlar...