Köşe Yazıları

Acısıyla tatlısıyla Autoshow 2012




Ne kadar doğru: Yaklaşık 11 saatimizi, yarım saatlik yemek molamızı saymazsak devamlı olarak ayakta, o arabadan inip bu arabaya binerek, sorumlularla sohbet ederek, mankenlerin dertlerine ortak olarak ve notlar alarak geçirdik. Canımız çıkmıştı ama bunu ancak fuardan ayrılıp arabaya binince anladık. Eve vardığımızda perttik.

Autoshow bu sene TÜYAP Fuar Merkezi’nde düzenlendi ve çoğu yerleşim yerine epey uzak olsa da, metrobüsle çok kolay ulaşılabilmesi en büyük artısıydı. 1 Kasım yani basın/VIP gününde ordaydık ve açıkçası bu VIP’yse, halk günlerini, hele haftasonu düşünmek bile istemiyorum. Çok kalabalıktı ve otomobillere, birbirlerine ve bilhassa mankenlere yaklaşımları açısından bu kitleyi tanımlayacak son terim “VIP” olmalı.

Otomobil fuarlarının en güzel yanı, tek tek incelemeye kalksanız aylarınızı alacak kadar çok arabayı tek bir günde gezebilmeniz. Elbette izlenimleriniz yüzeysel kalıyor ama birbirine rakip birkaç modele arka arkaya inip binmenin artıları büyük. Dezavantajıysa, incelediğiniz çoğu arabanın ağzına kadar dolu olması. Her birinin satış fiyatına ve üstündeki opsiyonlara çok dikkat etmek gerekiyor yoksa ters köşeye yatabiliyorsunuz.

Tabii tek tek tüm modelleri anlatmam mümkün değil. Onun yerine aldığım notlardan olumlu ya da olumsuz olarak gözüme çarpan ve beni şaşırtan otomobillere rastgele yer vereyim.

Opel Astra Sedan çok güzel. Fuardaki 1.4-litre 140 hp’lik model için 57 bin lira dendi, Jetta’yla karşılaştırmak için can atıyorum.

Alfa Romeo 4C birkaç senedir konsept haliyle fuardan fuara geziyor ve halen üretilip üretilmeyeceği kesin değil. En son gittiğim Auto Show’un, ki bu 2008’e tekabül ediyor, en güzeli beyaz 8C Spider’dı ve bu kez de bu ünvan 4C ile Aston Martin Vanquish arasında gidip geldi. Fotoğraflarda göründüğünden çok daha etkileyici bir araba; kompakt, alçak, geniş, tahrik edici. Tam bir oyuncak. Vanquish’le birlikte şuursuzca ağzımı açık bıraktı, umarım seri üretime geçer.

Vanquish‘ten söz açılmışken; nefes kesici. Yakından incelediğinizde alışıldık işçilik kusurları hemen kendini belli ediyor; kapının menteşesi çevresindeki sünger yamuk yumuk kesilmişti ve oturduğu deliğin etrafında çapaklar vardı. Ancak dokunmatik ağırlıklı içi Rapide’den çok daha başarılı. Ben büyülenmiş biçimde kelimeleri ararken, Muhip kendini “car porn bu, ve ben porno sever bir insan olarak…” şeklinde ifade edip duygularıma tercüman oldu.

Sergilenen konseptler de (Citroen GT, Peugeot Onyx ve Renault DeZir) benzer duygular içine soktu ama o kadar uçuklar ve özellikle kokpitleri o kadar ham ki, ciddiye alamıyor ve fotoğraflarını çekip uzaklaşıyorsunuz. Bu arada üçünün de milletine dikkat edin.

Jaguar XJ, hayatımda karşılaştığım en güzel iç mekana sahipti. Binmeye kıyamadım; evvela 1 dakika saygı duruşunda bulundum. İstemdışı abuk subuk tepkiler verirsiniz ya bazen, XJ’nin kapısını ilk açtığınızda bu kesinlikle oluyor. Görkemli bir otomobil ve en enteresan yanı da fiyatı. Fuardaki BMW 730d 250 bin Euro civarıyken benzer motorlu XJ L, 190 bin’di. 2-litre motorlu türeviyse aynı donanımla 120 bin Euro’ydu ki bu paraya böyle bir otomobil yok.

BMW 1Audi A3Mercedes AVolvo V40 dörtlüsü arasında kazanan… Bunların detaylı bir karşılaştırmasını en kısa zamanda yapacağız ancak şimdilik sadece iç mekan odaklı gözüme çarpanlar şunlar: BMW’nin arkası hala çok dar, Audi yalnızca eskisinden daha minimalist ve hala fazla ciddi, Mercedes A180 testinde anlattığım gibi. Volvo’ysa arkada en geniş alanı sunuyor, Mercedes’le beraber en özgün ve çekici iç-dış tasarıma sahip; ancak onu özel kılan yanı fiyatı. Oldukça rekabetçi bir fiyatlandırma stratejisi izlenmiş ve denk motor-şanzıman-donanımla üç büyüklerden yaklaşık 10 bin lira daha ucuz. Ve bıraktığı izlenim kesinlikle 10 bin lira daha ucuz değil.

Toyota/Subaru, GT 86/BRZ‘yi halkın spor otomobili olarak piyasaya sürdü ama Türkiye’de bu arabaları halen olduklarından fazla, premium kabul ettirme çabası var. Maalesef; fuarda neredeyse tüm modellerin içi açıkken onların kapıları kilitli olacak kadar özel değiller, ederleri de 130 bin lira değil. Tamam günün ilerleyen saatlerinde bir GT 86’nın içine binmeyi ‘başardık’ ama, bu nedir? Yanlış pazarlama stratejisi.

Sürücü koltuğuna oturuncaysa çabalarınız boşa çıkmamış oluyor: Siyah ve kırmızının dans ettiği ambiyans bir spor otomobil için başarılı ve ortadaki aftermarket duran ekran hariç, özgün ve agresif. Asıl başarıysa sürüş pozisyonu; gerçekten de dünyanın en düşük ağırlık merkezine sahip arabasının içinde olduğunuzu fark ediyorsunuz. En son bindiğim bu denli alçak otomobil bir Lotus Esprit’ti.

Citroen DS3 Cabrio, fuarda fiyatını tahmin edip de öngörümüzden ucuz çıkan ender otomobillerden biriydi (başındaki de sorularımızı doğru cevaplayan nadir mankenlerden biri (güzel kedi dövmesi)). Tavan mekanizması güzel, içi özel, stop lambaları harika, fiyatı da uygun.

Mankenlerden söz açılmışken; sayelerinde Opel Astra OPC‘nin dört çeker, Peugeot 208 GTi‘ın da atmosferik olduğunu öğrendik. Seviyoruz sizi.

Peugeot 208 ve Renault Clio, rengarenk parlak plastikleri ve dokunmatik merkezi ekranlarıyla fark yaratarak akıl çelme çabasındalar ama bunun işe yarayacağından şüheliyim. Evet bir Polo’nun tam zıt kutbunda yer alıyorlar ama pek olumlu bir intiba bırakmadılar ve özellikle 208’in alçak direksiyon/yüksek kadran denemesi sanırım yüzyılın tasarım hatası. İdeal sürüş pozisyonunda göstergelerin alt kısmını göremiyordum ve başındaki mankenin söylediğine göre bu konuda yalnız değilim. GTi’in içi çok eğlenceli, nefis detaylar var ama bazı detaylarda da bariz işçilik hataları var.

Peugeot 508 de hep kullanmak istediğim ama fırsatını bulamadığım bir diğer modeli. XJ ile birlikte beni en çok etkileyen kokpit onunki oldu. Hiçbir detayı 10 üstünden 7’nin altına inmiyor ve sık sık 10’a yaklaşıyor. Sade bir tasarım, nefis malzeme seçimi, harikulade işçilik; örnek alınası bir iç mekan. Sonra arabadan inip 120 bin liralık etiketi gördüm ve her şey tuz buz oldu.

Skoda Citigo, VW Up! ve Seat Mii’nin yokluğunda üç miniği temsil ediyordu. Bolca çıplak saca ve van usulü açılan arka kelebek camlara rağmen; arkası yeterince geniş, kokpit yeterince kaliteli, 26 bin liralık fiyatı da yeterince uygun.

Skoda Rapid bir başka Çek mucizesi sanki: Polo sedan gibi görünen ve içine binince de konsol ve kadranlarla bu izlenimi devam ettiren arabanın arka koltukları Octavia’dan bile geniş, bagajı da neredeyse onunki kadar büyük (yani devasa). Fiyatı çok önemli, henüz belli değil.

Renault Twizy‘e bayıldım. İki kişinin sığdığı dört tekerlekli ve arkadan itişli (!) bir elektrikli motosiklet. Tek eksiği yan camları ama sorun değil, muşamba gerip gene kullanırım. Gelecek bu olsa gerek.

Volkswagen Golf en çok merak ettiğim otomobillerden biriydi, aynı zamanda en büyük hayal kırıklıklarımdan biri oldu. Fotoğraflarda Phaeton seviyesinde gözüken orta konsol birkaç kişi kurcaladıktan sonra Doğubank’taki teşhir ürünlerine döndü. Düğmelerin altı komple piyano siyahı ve buton yoğunluğu, o kalite hissini vermiyor; üstü boş taban yüzeyi çok geniş kalıyor. Gerisinde de altıncı nesilden belirgin bir üstünlük göremedim. Ayrıca fuarda, markaların ucuz yoldan kalite izlenimi vermek için gitgide daha fazla bu plastiğe abandığını fark ettim (Audi A8 ve Jag XJ’in bile vites topuzu arkası piyano siyahıydı) ve uzunca bir süre bu malzemeyi görmek istemiyorum.

Ford‘ların şu 90’lardan kalma (gene piyano siyahı!) Sony midi müzik sistemi tasarımı çok rahatsız edici. Arabalarının geri kalanı genellikle bu kadar iyi ve modernken, anlaşılmaz bir durum. Yeni Mondeo fuarın belki de en yakışıklı sedanıydı ve girmeye izin verilmeyen iç mekanından zıplayarak görebildiğim (ve az evvel Google’dan baktığım) kadarıyla, o ucuz kumandalar artık yok.

Audi S8 tam bir fetiş objesi. Bir arabanın içinde bu kadar karbon fiberle karşılaşabilmeniz için markasının ya Lamborghini ya da Ferrari olması lazım. Gerisi de ya deri ya alkantara ya da alumiyum. Ve testlerde 4 saniyenin altında 100 km/s’ye çıkmışlığı var bu arabanın. Ronin destanı devam ediyor bir başka deyişle.

Ferrari F12‘nin kendinden ziyade, standın içindeki ‘VIP’ çocukların üstüne tırmanmak için faydalandığı ızgarası kaldı akıllarda. Böyle yozluk görmemiştim uzun zamandır.

Hyundai‘leri inceleyense yalnız biz değildik. Volkswagen AG CEO’su Muhip Winterkorn, i30‘da gördüklerine inanamadı. İşte Korelilerin geldiği noktayı gözler önüne seren çarpıcı görüntüler:

Gelecek fuarlarda görüşmek üzere,

And

And

1984'te doğdum, 1998'de direksiyona oturdum ve 2008'den bu yana onları test ediyorum. Saint Benoît ve Boğaziçi Üniversitesi inşaat mühendisliğinden mezun olup auto motor & sport'ta sigortasız çalışmayı seçtim. O sıralar Modifiyem.com'a içerik sağladım, ardından e-motoring'in test editörlüğünü yaptım. Prokart'ta yarıştım, Nürburgring ve Monza gibi pistlere (ve pistlerden) çıktım. Kullandığım tüm otomobillerden ayrı keyif aldım ve arkadaşlarımla beraber amacımız, aynı keyfi şimdi size yaşatmak.

İlgili Makaleler

2 Yorum

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu