Ceteris Paribus
Bu tamamen kişisel merakımın yazıya dökülmesidir. Amaç, bir nebze de olsa başkalarını da bu durumu sorgulamaya yönlendirmek.
Kimi insanlar otomobilleri sadece ulaşım aracı olarak kullanır. Bu yüzden pek ilgi duyup takip etmezler piyasayı. Önceki kasasında şurası şöyleydi, bak şimdi şöyle yapmışlar muhabbetine girmezler hiç. Alım yapacakları zaman 5-10 gün piyasayı inceleyip içine sineni alır, biner kafası rahat halde. Kimi insanlar ise gündelik bir iş gibi ilgilenir piyasayla. “Bak abi önceki kasada buralar hep yumuşaktı şimdi sert plastik olmuş yeaa…” diye fark ederler detayları. Hatta otomobillerin servisteki parça fiyatlarını bile bilirler!
İşte bu ikinci kesimde bulunan müşteriler, daha doğrusu “tutkunlar!” piyasanın her geçen gün kötüye gittiğini net şekilde görebiliyorlardır. Çok genç yaşta arıza çıkartan, abilerine, dedelerine nazaran epey düşen malzeme kaliteleri ile günümüz otomobilleri bu niteliklerini bariz şekilde gösteriyorlar. Ancak bu açıklarını kapatmak için ellerindeki teknoloji kozunu kullanıyorlar. Bu da “tutkun” olmayan müşteri profilinin gözünü boyayıp bahsi geçen kötü yanlarını görmesini engelliyor veya görmezden gelmesini sağlıyor. Geri görüş kamerasıydı, park asistanıydı, 6’lı 7’lı çifterli şanzımanlarıydı, 3 harfli ekipmanlarıydı derken yeni arabalar şahane oluveriyor.
20 yıl öncesine gidersek herkesin alabildiği Renault Broadway’de bile kapı içleri kadifemsi bir kumaş kaplıydı, koltuk döşemeleri keza öyle. Halk arasında “uzay kasa!” diye anılan Opel Vectra’ların her yeri deri kaplıydı neredeyse. Passat’a baktığımızda, B5.5’teki tokluk sonrasında çıkan hiçbir halefinde olmadı. Bugün piyasada böyle malzemelerle üretilen otomobil neredeyse kalmadı. Artık hep 5. 10. 100. geri dönüşümü yapılmış leğen plastiğinden kapı içleri, kapı kolları. Berbat kokulu, en ufak derbede zedelenen suni deri koltuklar, direksiyon simitleri, vites topuzları. 3. yılında yıpranan, buruş buruş olan döşemeler.
Mekanik anlamda kalite konusunda konuşmak, karar vermek ise pek haddimize değil. Neticede analize edecek laboratuvarımız vb. yok. Ancak ben bu açıdan da eskiye göre düşüş seziyorum. Zaten yazının başında da belirttiğim gibi bu, tamamen kendi öznel görüşlerim ve çıkarımlarımdan oluşuyor.
‘Ceteris Paribus’a göre düşünürsek, otomobillerin kalitesi düşüyorsa fiyatları da düşüyor olmalı. Ancak piyasada durum pek öyle değil. Bu analizi yaparken elbette sadece Türkiye piyasasına bakıp konuşmadım. Malumunuz, kıymetli vergilerimiz sayesinde otomobil fiyatları çıplak fiyatının 2, 3 katına rahatlıkla çıkıyor.
Global konuşursak, araçların son kullanıcı fiyatı belirlenirken oldukça fazla etken var. Distribütör payı, devletin payı başta gelenler. Otomobillerin fabrika çıkış fiyatlarını bilmiyorum. Firmaların dışında o verilere ulaşabilmek de zor. Bu yüzden markaların her ülkedeki web sitelerindeki fiyatlara göre konuşacağım. Genel olarak yeni modellerle birlikte fiyatlarda artış oluyor.
Artan satış fiyatları ve düşen kalite sonucu mantıken maliyet azalmalı. Bunun sonucunda firmaların kârları yükselecek ve maddi durumları iyiye gidecek. Ancak sektörde sürekli olarak işlerin kötülüğü konuşuluyor. En çok merak ettiğim ve sorguladığım kısmı bu. Kârlılıkları mı artmıyor? Eğer öyle ise, Ar-Ge masrafları artıyor da bunu sübvanse edebilmek için malzeme kalitesi, işçilik gibi konularda kesintiye mi gidiyorlar? Üretim sürecinde kullanılan girdilerin fiyatları mı artıyor?
Uzun zamandır kafamı kurcalayan bir durum bu. Buyrun teori üretmeye 🙂
Ar-Ge masrafları artıyor da bunu sübvanse edebilmek için malzeme kalitesi, işçilik gibi konularda kesintiye gidiyorlar 🙂
Ömürlük ürün yerine kısa ömürlü ürün, 2-5 yıl içinde yeni ürün satışı.
Tüm sektörlerde yeni strateji bu.
Alırken mutlu, kullanırken önce mutlu sonra mutsuz et.
Daha sonra yeni mutluluklar sat 🙂