Köşe Yazıları

Babam ve Oğlum




Fevkalade bir sürücünün oğluyum. “Başkasına çarpmamak kadar, kendine çarptırmamak da önemli” derdi babam. Bugün trafikte, son yarım saat içinde ardımdan gelen hemen her arabanın marka, model ve rengi aklımda kalıyorsa, çevremdeki hareketli her canlı ve cansızın sürat ve konumunu beynim milisaniyeler içinde devamlı işliyorsa, burnum artık kazanın kokusunu alıyorsa, bunda O’nun payı büyüktür.

İnsan hafızası inanılmaz: Henüz 6-7 yaşlarındaydım ama annemin gök mavi Peugeot 504’ünü, rahmetlininse Mercedes 250 C’sini daha dün gibi hatırlıyorum. Boşandıklarında Pug satılmıştı ama babam W114’üyle beni 8 yaşıma kadar yeni evimden almaya devam etti.

Otomobil sevdasını bana neyin aşıladığını soranlara “E31” diye cevap versem de, sanırım bu doğru değil. Aradan geçen 20 küsür seneye rağmen halen, o zümrüt yeşili coupé’nin krom kapı koluna uzandığımda yaşadığım heyecan dilimin ucundaysa, tüm bu olan biten çok daha evvelden, bir Yıldız’la başlamış demektir.

O arabaya aşıktım. Zihnime kazınan bölük pörçük detaylardan ilki, kornası sanki havada asılı duran, ince bir çerçeve şeklinde armanın etrafını saran zarif direksiyon simidi. Ardından rengi: Bağdaştırdığım anılardan mı bilinmez ama, bugüne dek yeşilin daha asil bir tonuyla karşılaşmadım. Derisinin kokusu, çerçevesiz camları… Mercedes işçiliğinin tavan yaptığı senelere ait bir başyapıttı W114. Lüleburgaz’a, akrabalarımızı ziyarete giderken hiç istifini bozmadan ulaştığı 220 km/s, uzun seneler bir otomobilde şahit olduğum en yüksek sürat oldu. Satıldığı gün gözlerim şişene kadar ağlamıştım.

Direksiyona Haldun Baba’nın geçtiği yeni hayatım, bir Renault 12 TS’le başladı. Geriye doğru çekilen kapı mandalları haricinde bende pek bir iz bırakmayan bu emekli, puslu bir dönemime ait.

Çoğu ailede olduğu gibi bizde de “memnun kalınan otomobilin ikamesinin de aynı markaya mensup olma geleneği” egemendi. 12’nin yerini önce beyaz bir Renault 9 Broadway aldı. Çok geçmeden aramıza, annem için koyu yeşil bir de Spring katıldı. Orta konsoldaki tombul ve yuvarlak hatlı, ama sert çalışan cam açma düğmeleri beliriyor bu kez gözümün önünde: Onlarla bozulana kadar oynamaya bayılırdım.

90’ların ortasına doğru, ablam da ilk arabasını alıyordu: yeşil bir Fiat Uno. Tanıdığım en iyi kadın sürücü olan Beti’ye minik İtalyan fazla dayanmadı: Otobanda önüne çıkan bir köpekle beraber Uno da pert oldu. Yerini alan gri Opel Corsa Swing, ablamın ellerinde Çeşme otoyolunda 180 km/s’yi görürken gözlerim fal taşı gibi açıktı (zira 280 gibi hissettiriyordu).

Haftalık dergileri okumaya ortaokulda başladım. Çok geçmeden aylık olanlarla birlikte, ‘otomobil’e dair ne yayınlanıyorsa alıyordum. Tam da bu dönemde bizimkiler, önce Spring’i satıp, ardından Broadway’i değiştirmeye karar verdiler. Onlara “efsane kasa” Corolla’yı önerirken, açıkçası tasarımı ve beyir gücü haricinde çok bir dayanağım yoktu. Zaten benimki de öneriden öte bir dayatmaydı; çok okuyoruz ya, arabaları bizden iyi bilen yoktu (tanıdık geldi mi?).

Neyse ki bu karardan, tam 16 yıl boyunca bir gün olsun pişmanlık duymadım. 1996’da, Altunizade’deki bir galeriden henüz 1 yaşında gümüş gri bir 1.6 XEI seçtik. Selefi Fransız’a göre ilk dikkatimi çeken müzik setinin çıkış gücü, ardından içinin genişliği olmuştu – testini izlediyseniz gerisini zaten biliyorsunuz.

Ama hevesim artık farklı bir boyuttaydı. Geceleri Toyota’nın kullanma kılavuzunu yanıma alıp aşağı iniyor, içine binip sağını solunu kurcalıyordum. Durağan halde elim sık sık vites koluna gidiyor, direksiyonuna oturup koltuğu kendime göre ayarlıyordum. Yavaş yavaş vaktim geliyordu.

Sonraki sene Corsa yerini, temelde aynı otomobil olan gümüş gri bir Tigra’ya bıraktı. Ablamın en atarlı yıllarına denk gelen bu dönemde daha sık geziyor ve gazlıyorduk. Yolcu koltuğundan bu arabayı çok seviyordum: gülle gibi kapıları, ilk kez karşılaştığım açılır tavanı ve kocaman bagaj kapağının örttüğü minyatür arka koltuklarıyla, amcamın Almanya’dan getirdiği pahalı oyuncaklar gibiydi. BC 357, 2003’ten itibaren ablamın Almanya’ya yerleşmesiyle ilk arabam oldu (Boğaziçi’ni kazanma hediyem!) ve onun gibi benim de en esaslı anılarıma ev sahipliği yaptı. 75.000 kilometrede direksiyonuna geçip 2007’de, tam 100 bini devirirken sattığım ‘Tigrettin’, tüm bu maneviyatına rağmen pek hoş hatırladığım bir otomobil değildir.

Lakin birkaç ay sonra İzmir’den, henüz 29 bin kilometredeyken satın aldığım 2002 Clio RS için tam tersi geçerli. İstanbul’a dönerken teptiğim yolun son bölümleri, mutluluktan ağlayarak geçmişti – bazen sahip olabileceğinize asla inanmadığınız şeylere kavuşuyorsunuz. Beş yıl boyunca O’nu kullanmaktan bir an bile sıkılmadım. Bir ara elektronik gaz kelebeği sebebiyle sanayiye sık git-gel yaptırdı ama, gerisinde son derece basit ama medeni, samimi ve hayat doluydu. ‘Araba kullandığımı’ bana O’nun kadar hissettiren başka hiçbir otomobil sürmedim.

AEM açıl hava filtresi ve Apex yaylar haricinde hiçbir müdahaleye gerek görmediğim ReiS’le beni ancak bir kaza ayırabilirdi… Öyle de oldu.

Kaskom yoktu, hiç olmadı. Trafik sigortasının, ne kadar haklı olsanız da, sizi korumadığını biliyordum da, öğrenmem 2012’yi buldu. Hayatımın dönüm noktalarından birindeydim: Ya sigortanın karşılamadığı masrafı cebimden ödeyecek ve Clio’yu toplayacaktım, ya da oğlumu o haliyle bırakacaktım. Kabullenmesi ne kadar zor da olsa, eskisine döneceğine inanmadım ve sattım.

RS 772’yle bağım bir yana… Benim için otomobil’le eş anlama gelen, 90’ların sonundan 2000’lerin başlarına kadarki Ultimate Driving Machine’lerden favorilerim olan E46 M3 (CSL ütopyamdı) ve E39 M5 ilanlarını yenilemekten hiç bıkmadım. Aklım sürekli, lise hayatım boyunca duvarlarımı süsleyen bu makinelerle meşguldü. Kaç yaşıma geldiğimde o kadar para biriktirebileceğime dair hesaplar yapıp dururdum. Hayalim hep, bunlardan birini Clio’nun yanına getirmekti; yerine değil.

Önceliğim M3’tü; kırılganlık, vergi ve yaş sebebiyle abisini ilk etapta düşünmüyordum. Ne var ki, niyetlenip görmeye gittiğim E46’lar hem bütçemi aşıyordu, hem de içleri istenen paranın çok altındaydı. Maddi açıdan zaten kesicideydim; buna rağmen, çocukluk hayalimi gerçekleştirmek uğruna şartlarımı daha da zorlayabilirdim. Ancak o arabaların hiçbiri, o kabin ve fiyatlarıyla içime sinmemişti.

Mecbur rotayı M5’lere çevirdim. ‘Boyasız’ olduğu iddia edilen 2000 model ve 120 bindeki TU, her ne kadar benim için biraz ihtiyar kalsa da, fotoğraflarda muazzam gözüküyordu. Sahibini aramam şarttı.

İki bölgedeki lokal rötuşlar hariç, araba hakikaten boyasız ve müzelik kondisyondaydı. Bunca sene böyle bir otomobilin bu şekilde muhafaza edildiğine inanamıyordum. Altına girdiğim onca borca rağmen, imzayı atarken çok düşünmedim. 2012, aynı zamanda Corolla’nın da yerini Octavia‘ya bıraktığı yıldı.

Hayvan’ın nasıl bir otomobil olduğunu, onunla yaşamanın ne anlama geldiğini önümüzdeki günlerde bol bol okuyacak ve izleyeceksiniz. Şimdilik şunu söyleyebilirim: Hayalini kurduğum her yıla ve uğruna harcadığım her kuruşa değdi.

Peki sizin hayatınızdan hangi otomobiller geçti, nasıl izler bıraktı? Bizimle paylaşın.

Sevgiler,

And

And

1984'te doğdum, 1998'de direksiyona oturdum ve 2008'den bu yana onları test ediyorum. Saint Benoît ve Boğaziçi Üniversitesi inşaat mühendisliğinden mezun olup auto motor & sport'ta sigortasız çalışmayı seçtim. O sıralar Modifiyem.com'a içerik sağladım, ardından e-motoring'in test editörlüğünü yaptım. Prokart'ta yarıştım, Nürburgring ve Monza gibi pistlere (ve pistlerden) çıktım. Kullandığım tüm otomobillerden ayrı keyif aldım ve arkadaşlarımla beraber amacımız, aynı keyfi şimdi size yaşatmak.

İlgili Makaleler

17 Yorum

  1. Opel astra G kodlu kasa benim ilk arabamdı ve kullanırken hep keyif aldığım bir araçtı… Bu arada yazın çok güzeldi bir solukta okudum. Nasip olursa bir BMW sahibi olmak isterim ama sanırım daha ona zaman var 😉

  2. Çocukluğumun hayali olan Mazda Lantis’e (1.8) ta ki öğretmenleğimin 2. ayında ulaşabilmiştim. Clio RS’in siz de bıraktığı etki kadar bir etkiyle 2 yıl kullandıktan sonra askerlik nedeniyle satmak zorunda kaldım onun yerini de aynen sizin ve tabi bir çok otomobilseverin de olduğu gibi M3 (E46) alsın istesem de şimdilik max. 330ci (E46) ile avunacağım gibi görünüyor.

  3. And abi her zamanki mütavazi ve içtenliğiyle pozitif ifade etmiş ..
    And Abinin yazılarının içinde her zaman samimi rafine macera ama o mutlu yolun sonuna gelene kadar ki sancılı süreç bize mecaramsıve vaybe ! Dedirten cinsten geçiyor

    Haberlerde Berbat bi haber okuyup kendimi kasacağıma otomobil olsun and abi yazsın yeter gerisi önemsiz ..

    2011 model sıfır aldığım poloma ulaşmabilmek için cok zahmet çektim üniden mezun olup işe girdiğim an babamdan peşinat koparıp üstünü taksit taksit ödemeye başlamıştım zordu bazı şeylerden feragat etmiştim arabama harcıyordum ama …. MUTLUYDUM !! Ve hiç pişman olmadım

    Sonaxta yıkatıp 1 saat sonra aracı Alınca Dünya’nın en güzel arabası oluyordu

    Polomu Oğlumu satalı 347 gün 14 saat oldu hep 97 oktan içirdim ona yakışırdı 190 yapardı

    Sattım çünkü esas hayalim 160 düz scirocco odaklandım hedefledim maliyetlerimi kıstım üzerine koyup ilerde alacağım

    Bir Aslan gibi avıma konsantreyim

    And abi bana Yanlız olmadığımı hissettirdiğiniz için teşekkür ederim …

    Saygılar..

  4. Yaşım 19 babamın benim farkına vardığım yıllardan beri aldığı arabaları takip ederdim 5-6 yaşlarındayken her cuma carrefuardan yaptığımız alışverişin çıkışı otoparkta sıfır çizmesiyle(murat 124) damarlarımda hissettim bu tutkuyu sonra ilk arabam olan peugeot 206 satışı için imza atıyordum 6 ayımı geçirdim 206 ile japon hayranlığından dolayı sattım şimdi asıl hayalim olan ek kasa civic sahibi olmak 🙂

  5. Benzer şekilde bir şoför çocuğuydum. Bizimki ise ford hastalarından… Tatil günlerinde aracın motorunu evin önünde kurcalarken çıkardığı sese uyanırdık komşularla birlikte. Araçlar ağırlıklı olarak amerikan kasa veya alman kasa diye geçen taunuslar, consul, granada oluyordu. İlk kucakta direksiyona geçtiğimde 7-8 yaşındaydım. İlk kendim kullanmama izin verildiğinde ise bir trafik eğitim pistinde granadanın direksiyonunda ve 9 yaşındaydım. Abime o zamanlar izin vardı otoyolda 3. Vitese kadar. Ben ancak 1. Vites… O aracı da ben unutamam. 2600 turbo motor, gxl cabrio, tavan siyah deri kaplı ve sunroof lu idi. Araç rally çıkması filan demişti babam bilmiyorum doğrumuydu? Çift sis far takımlı, öeki demirli ve o elektrik bağlantı şeysini de barındıran türden bi eklenti. Bagajı otomatik açılır yaptı önce. İçten bir düğmeyle. Sonra direksiyon hareketine adapte ettiği sinyaller… Araç fenaydı. Şimdi bakıyorum da bulamıyorum 2.6 aynı kasa araç. O araçtı buzlu konya yolunda ergin bir çoban köpeğine çarpmak zorunda kaldığımız. Usta adam ya, kırmamış direksiyonu yol buzlu diye. Ön aksamda bir göçük oldu 30-40 cm kadar ama araç tık demedi devam ettik. Sanayiye götürmeden önce motordaki kan, kıl, kemik ve organ parçalarını biraz temizlemişti tabi. Neyse işte iyi araçtı… Al yap sat yapıyordu. Aracın hastası başka birine gitti araç.
    Benim ilk aracım da abimle birlikte aldığımız 98 model bir 1,25 fiesta flair dı. Bunu 2004 model corsa 1.3 cdti ve son olarak 2012 fiesta titanium x plus 1.4 tdci takip etti. Hala fiestadayım ama aklımda şu anda 2012-sonrası 1.16d , 2008-sonrası 3.20d, 2013-sonrası golf highline, 2013-sonrası a3 ambition, var. Hem kararsızım, hem de para durumlar şu an için müsait değil. Ayda ortalama 3000 km yol yapıyorum. Bu da yılda yaklaşık 40000 km ediyor. Dolayısıyla her ne kadar hergün kullandığım çeşme otobanında keyif yapmak için gönlüm benzinli bir araç istese de taze baba olmamın verdiği ekonomik olma zorunluluğu da can sıkıcı. Öyle işte.

  6. Her zaman bir araba alacak durumumuz olmasına rağmen hiç bir zaman bir arabam olmadı 21 yaşındayım modifie tutkunuyum çok arabalar geçti anne ve babamın elinden sadece akşamları ve pazar günleri veriyolardı arabaları ya da ben okula giderken kaçırıyodum 3 yaşında bütün araba markalarını bilen bir insandım çevremdekiler babam dahil araba almadan önce bana gelirler sorarlar şu kadar param var amaç şu hangi araba diye fakat kendime ait bir arabam hiç olmadı anne babamın arabasına bir şey yapmak zaten imkansız şirkette kullanılmayan bir H100 vardı onun da ne muaynesi var ne vergi borcu ödenmiş 20 yaşına gelip hurdaya ayrılmayı bekliyor onu alıp baya bi kaporta masrafıyla adam etmeye çalıştım üniversite diye tutturuyodu bizimkiler onu da kazandık puanım daha yüksek olmasına rağmen bazı sebeplerden dolayı kayseriye geldim şimdi günde 10 kilometre yol yürüyorum buz gibi hava da ve hala arabanın adı geçmiyor bizimkiler tarafından
    25.000 liraya iki araba almak varken onlar hep 50.000 liraya bir araba almayı tercih ettiler çünkü babama göre araba masraf falan filan uzatmayım fazla.Benim hayalim şu şekilde Golf mk1- Clio rs – Honda Type-R-Bora-Bmw M3 E36- -Golf Gti 5-6-7 – Bmw M3 E46 Porsche 911 Turbo S kaç model olduğu hiç farketmez Range Rover Sport Hemi Cuda -Camaro son olarak da Huracan ve Aventador

  7. Ilk arabam 1974 vw 1303big’di. Bir petrolde lastiksiz,kimsesiz bulmuştum onu. 1 yıllık restorasyondan sonra binilebilecek bir hal almıştı. Benim babamın hic düzenli bir arabası olmadı hayatı gibi.
    20 yaşımda herseyden vazgecip hic bilmedigim bir sehire geldim son otobus bilet paramla. bir iş buldum sabah ezanından yatsıya kadar süren. Tek hedef bir e34 520i alabilmekti. Sunruuflu deri koltuklu ve Ceylan derisi kokan. başarabilmem tam 1 yılımı aldı ve şuan anahtarları ve kendisi karşımda duruyor. Kabullenmek istemesemde devrinin bittigini bir e39 525 alma vakti yaklaşıyor. Tabiki yanlarken bütün kontrolun bende oldugunu hıssettirmekten vazgeçerse e34’um..

  8. Yaşım 20.ilk ve hala kullandığım arabam babamın iki yıl kullandığı opel vectra b 2000 beyaz cdx.Babam passat 2003 aldı. Araba her ne kadar 2000 olsada modelinden daha yüksek bir görüntüye sahip. 2000 motor cep dostu değilse de halletmeye çalışıyorum. Onun o dikiz aynalarının bir bütün olarak kaputa yayılışı 2000 modelden daha yüksek bir tasarım güzelliği. Tam bir uzun yol arabası otobanda daya 2.50 yi banamısın demez. Ayrıca sedan araba hastasıyım.Hayalimdeki arabalar da bmw e46 m3, volvo s80 bi de şehir içi az yakacak fiesta dizel falan bu üçü aynı anda olsa tadından yenmez.

  9. büyük bir heyecanla okudum yazının içinde kendimi buldum clio hb sahibiyim 7 seneyi aşkın bir süredir bende bu araç aramızda güçlü bir bağ var satmayı hiç düşünmedim ama hayalimde sürekli yanına kardeş araçlar getiriyorum umarım bir gün gerçek olur.

  10. İlk kez babamın çalıştığı yerin sahip olduğu 1987 model 131 Kartal’ın direksiyonuna geçmiştim. Patronu sağolsun babamı kendi evlatlarından ayırt etmezdi bu yüzden de araba genelde bizde dururdu. Hatta o kadar sahiplenmiştim ki; kullanacağı zaman bizim arabamıza binme diye ağlardım çok iyi hatırlıyorum 3-4 yaşlarındaydım 😀 Babam emekli olduktan 2 yıl sonra 2011’de 1988 model göbekten vites bir Şahin aldık, babamın kucağında direksiyonu yönlendirmemi saymazsak ilk direksiyona geçişim onunla oldu. Bu sırada 17 yaşımda olduğum için ancak mahalle arasında ileri – geri gider gelirdim, çok nadiren babam trafik olmadığı zamanlarda Uludağ Yolu’na çıkarken arabayı bana verirdi. 18 yaşıma girdiğimde bir trafik kazası geçirmiştim, yaya haldeyken dolmuş bana çarpmış ve sağ ayağımı bilekten kırmıştı. Yaklaşık 6-7 ay kadar bir tedavi sürecinden sonra tekrar ayaklandım ve ilk işim para biriktirip ehliyet almak oldu. Ehliyetimi aldıktan kısa bir süre sonra Şahin’i sattık ve 1998 model bir Ford Fiesta aldık. Şahin’den sonra ona geçince kendimi gerçekten büyülenmiş gibi hissettim. Gerçek şoförlük deneyimlerimi Fiesta’yla yaşadım onu kullanırken gerçekten terapi görüyormuş gibi hissederim kendimi.

  11. And abi sen de farkındasındır heralde sende aynı zamanda kuvvetli bir edebi yön de var.
    Yani kullandığın kelimelerin, cümlelerin, anlatmak istediğinle sıkı sıkıya bağdaşıyor.Senin yazdığın bütün yazılar okuyucusuna ne kadar uzun olursa olsun akıcılığı sayesinde keyifle okutuyor.

  12. Öncelikle yazınız çok güzel olmuş.Teşekkürler. Benim araçlarla tanışmam 2000 senesinde oldu mitsubishi L300 minibüs kullanmıştım. O kadar heyecanlıydı ki o gün tüm hissettiklerimi uzun uzun yazmıştım.2012 senesine kadar arkadaşlarımdan,akrabalarımdan traktörden tutun patpattan çıkın lüks veya döküntü ne bulduysam kullandım test ettim. 2012 de Mali müşavirlik stajımı yaptığım abimizin 5.30 d aracını 1 sene boyunca oraya buraya iş için gezi için kullandım ve bende en çok iz bırakan araç bu oldu. Keşke kullanmasaydım dediğimde çok zaman oldu çünkü hangi araca binsem o değildi. Sonrasında kendi aracımı 2014 yılına kadar alana dek daha cazip geldiğinden araç kiralamayı seçtim. Bu esnada da a3 sedan , a6 , vw passat ,golf, polo , mercedes s400 gibi daha da sayabileceğim bir çok arabayı kullanma imkanım oldu. Ancak tüm kullandığım araçları hep elimde olmadan 5.30 d ile kıyasladım ve kullandığım araçların içinde en çok izi bu araç bıraktı.
    İnşallah Birgün hayallerime ulaşıp almak istediğim araç da 5.30 d dir. Gerçi günümüzle kıyaslarsak 5.25 xd diyebiliriz. Birgün hayyalere ulaşabilmek ümidiyle…

Bir cevap yazın

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu