FeaturedHaberler

Super Mario’nun Kurtarmayı Unuttuğu 5 Alman Prenses




Klasik otomobiller; kimi saf güzelliğiyle, kimi hissettirdikleriyle, kimi de geçmişiyle biz otomobil meraklılarını etkiliyor, hatta paha biçilmez koleksiyon parçaları halini alıyorlar.

Bazıları dedelerimizden bile yaşlı ve otomotiv tarihinde mihenktaşı sayılacak otomobiller, bazıları çocukluk ya da gençlik hayallerimizi süsleyen modern-klasikler. Bazı klasikler ise kendi zamanlarında değeri bilinmemişken, üzerinden zaman geçtikçe ya bir şeyi çok eşsiz yaptığı için ya da tamamen garip huyları olduğu için değer görmeye başlıyor.

Ya çok başarılı kardeşlerinin/rakiplerinin gölgesinde kalmış, ya değeri sonradan anlaşılmış (ya da anlaşılacağını öngördüğüm), Super Mario’nun kurtarmayı unuttuğu, nevi şahsına münhasır 5 Alman prensesine bir göz atalım.

 

  1. Volkswagen Corrado VR6

5-corrado

Volkswagen’in elinde kalan parçaları birleştirerek inşa ettiği, 90’ların spor coupe’si. Arka süspansiyonlar Passat’tan, ön süspansiyonda biraz 2. nesil Golf var. Modern bir otomobile benzeyen sürüşüyle sonuç mükemmel.

Klasikleşmeye aday olmasının sebeplerinden biri 2.9 litrelik VR6 motoru ve çıkardığı ses. V-motor ve Reihenmotor (sıralı motor) kelimelerini birleştirip ‘VR’ kısaltmasını bulan dönemin Alman mühendisleri, tek silindir kapağı altına 6 tane silindiri iki sıra halinde, 15 derecelik açıyla dizerek bu garip motoru ortaya çıkarmışlar. Sesinin yanında otomobili saatte 100 kilometre hıza 6.7 saniyede çıkarmasıysa bugün bile kayda değer.

Bu coupe’yi değerli kılabilecek en önemli faktör ise gerçek bir satış hatası olması. Otomobil piyasaya çıktığında o kadar pahalıydı ki, kimse satın almadı. Bu da sokakta az rastlanır olduğu anlamına geliyor.

Mario neler kaçırdığını asla bilemeyecek.

 

  1. Audi TT

4-tt

Bir tasarımı ‘retro’ yapmak basittir. Eski bir şeyi alıp tipini çok değiştirmeden modernize edersiniz, retro olur. Ama ‘timeless’ bir iş çıkarmak her babayiğidin harcı değildir.

1990’ların sonuna doğru çıkan Audi TT ise, tasarım olarak tam anlamıyla ‘zamansız’. İlk olarak 1995 yılının Frankfurt Otomobil Fuarı’nda ‘TT Design Concept’ adıyla konsept olarak tanıtıldı, ve otomotiv dünyasında pek rastlanmayacak şekilde, konsept haline çok benzer bir tasarımla 1998 yılında piyasaya sürüldü.

Sansasyonel kabuğunun altında 180 ve 225 beygirlik 1.8 litre turbo motorlar vardı. İki çeker ya da Quattro olarak, önce coupe, sonralarda ise cabrio olarak alınabiliyordu. Kötü olan ise, otomobilin 4. nesil Volkswagen Golf’ün üzerine inşa edilmiş olmasıydı. O dönem rakipleri olan BMW Z3 ya da Porsche Boxster ile sürüş anlamında, emekli otomobili MK4 Golf’ün temeli sağolsun, başedememişti. Hazin son, ilk jenerasyon TT’nin de değeri bilinmedi.

Eski bir Volkswagen olmasından kaynaklı muhtemel problemleri ve vasat dinamiklerini bir kenara bırakırsak, 90’larda az rastlanan özgünlüğüyle estetik kaygısı taşıyan klasikçilerin gönlünü kazanması olası bir otomobil. VW Karmann-Ghia ya da Porsche 356 gibi ‘zamansız’ tasarımların yanına gelecekte TT de eklenecek.

Mario ise pişman olacak.

 

  1. Porsche 944 Turbo

3-944

Yanlış yerdeki motoru, hata affetmeyen gaddar karakteri, sadece otomotiv değil belki tüm tasarım dünyasında yer edinmiş tipiyle hormonlu kaplumbağa 911. Porsche’nin ürün gamına kattığı ve bundan sonra katacağı her model, üretim bandında görünmezlik iksiri sürülmüşçesine, dikkat çekmemeye mahkum.

911 öyle bir yere sahip ki, 944’ü anlatmam gereken bu bölümün ilk paragrafını kendisine ayırmadan söze başlayamadım. İşte tam bu sebepten 944 de hakettiği değere sahip olamamış mücevherlerden. Halbuki hem 911’den daha ucuz old-school bir GT, hem de hala kaputunda Porsche arması taşıyor.

944 Turbo’nun 220 beygirlik motoru önde, bu güç tabi ki arka tekerleklere gidiyor. Bir spor coupe için harika bir reçete. Şanzımanın arka tekerleklerin üzerine konumlandırılıp ağırlık dağılımını dengelemesiyse ekmek kadayıfının üzerindeki kaymak.

Eğer Super Mario klasik bir 911’e binmek için fazla havalı olsaydı ve Luigi’ye ‘LeMans’a katılsam asfaltı ağlatırım, ben işimi biliyorum’ mesajı vermek isteseydi, musluk tamirinden kazandığı para muhtemelen bunlara yetmeyecekti. İmdadına yetişen prenses ise kesinlikle bir 944 Turbo olurdu.

 

  1. Mercedes-Benz 190E 2.5-16 Cosworth

2-190

Söyle söyle bitmeyen bir isme sahip olan bu Mercedes, klasik olmuş ya da ilerde olması beklenen her otomobil gibi ilginç bir hikayeye sahip.

Mercedes bu otomobili rallilere katılmak amacıyla hazırlamaya başlamış. İşlerini de oldukça ciddiye almış olacaklar ki, motor işini Cosworth’e emanet etmişler. ‘Her şey tamam, hazırız!’ dedikleri an, Audi Quattro’su ile ralli yapmaya ve destan yazmaya başlıyor. Tabi Mercedes yetkilileri de arkadan itişli 190E ile dört çeker Quattro karşısında hiç bir şansları olmayacağını anlayıp projeyi iptal ediyorlar.

Ralliden caymışlar ancak bu otomobilin bir yarış geçmişi de yok değil – ki bu da klasik olma yolunda 190’a değer katıyor. Mercedes ralli projesini rafa kaldırdıktan sonra bu otomobille Alman Binek Otomobil Şampiyonası’na (DTM) giriyor, ve bu alanda oldukça başarılı oluyor.

1980’lerin klasiklerini düşününce herkesin aklına gelen otomobil E30 M3. 190E 2.5-16 Cosworth ise M3’ün gölgesinde kalmaktan hakettiği yere gelememiş. Fakat bu uzun isimli otomobilin ışıltısı da bu unutulmuşluktan geliyor.

Tesisatçı dostumuz hatırlasaydı, her şey farklı olabilirdi.

 

  1. BMW M3 (E36)

1-m3

5 yaşını geçen her M3 modern-klasik sayılabilecek durumda. E92’ye bakınca, ‘son atmosferik motorlu M3’, ‘son analog M3’ veya ‘tek V8 M3’ diyip kendinizce klasikleştirebilirsiniz. E46’yı düşününce ‘son coupe M3’ diyebilirsiniz veya, ‘son turbosuz sıralı-6!’ diye haykırabilirsiniz. CSL konusunu hiç açmıyorum, uğruna şiirler yazılır (SMG’sini hatırlayana kadar)… Peki E30? Herhalde E30 M3’ten daha ‘klasik’ bir modern-klasik otomotiv tarihinde yoktur. Otomobil resmen ‘ikon’ kelimesinin tekerlek takılmış, motorlu hali. O kadar çekici ki, neredeyse itici olmaya başlayacak.

E36 M3’e gelirsek, her jenerasyonu nefis olan M3’lerin içinde belki en az sözü geçeni. E46 kadar sofistike değil, E92 kadar vahşi değil, E30 kadar… ‘E30 M3’ değil. Ama BMW’nin ilk bilgisayar teknolojisi kullanarak ürettiği 3 serisi jenerasyonuna mensup. İşinize karışan ek sistemler neredeyse yok. Sıralı 6 silindirle buluşan ilk M3, ki BMW’nin karakteristik sesini en güzel çıkaran sıralı altıdan bahsediyorum.

Otomobil ‘geek’leri için paha biçilmez bu detaylar pek işe yaramamış olacak ki, E36 M3’ün ismi modern-klasik muhabbetlerinde pek geçmiyor. Halbuki sırf video izleyerek ya da hakkında bir kaç şey okuyarak bile M3 çetesi içinde belki de en güzel dinamiklere sahip olanının E36 olduğu anlaşılabilir. 90’larda yaptıkları testlerde ‘en iyi yol tutuş bunda’ diyen dergiler de oldukça fazla. Belki bir E30 kadar mekanik veya E46 kadar çok yönlü olmayabilir. Ancak bu kadar teknolojik olma hevesine, kokpitindeki 500’den fazla minik düğmeye rağmen (uzay kasa?), tamamiyle analog kalabilmiş ve sizinle iletişim kurmayı başarabilmiş bir otomobil.

Super Mario’nun, gül cemâlini görebilseydi kurtarmadan asla level atlamayacağı bir prensesti.

 

Yazı: Can TANGUNER

Faruk

Küçüklüğümden beri sahip olduğum otomobil aşkı zaman içinde beni Otopark ailesinin bir parçası haline getirdi. Aileye katıldığım ilk günden beri siteyle ilgilenmeye zevkle devam ediyorum...

İlgili Makaleler

5 Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu