Köşe Yazıları

Bir özür




Hatta bazılarınız bu durumdan şikayetçi bile. And’ın bu konuda ne düşündüğündense bahsetmeyeceğim çünkü ağzını açsa öyle ağır konuşacak ki artık kendisi bile dile getirmiyor.

Geçtiğimiz dönem, yazı yazmak için ne gerekli motivasyona sahiptim, ne de içimde bir istek vardı. Kafamdan sürekli makale konuları geçiyor, ancak hep daha sonrası için bir kenara koyuyor ya da taslak olarak ileride geliştirmek üzere Word dosyalarında bekletiyordum. Özellikle Münih’e gittiğimden beri bu dosyalar ciddi anlamda arttı, hatta bunlara daha önce denenmemiş çılgın hibrit konseptler eklendi, ama hala ortaya elle tutulur bir şey koyamıyordum.

Bunun birçok sebebi var elbette; hayatımla ilgili aldığım kararlardan tutun da, bilinmezliğin getirdiği sıkıntıya kadar kendimi hep engelledim. Hatta yeni bir ortama alışma sürecinin getirdiği stres ve yorgunluk, özellikle Münih dönemimde etkili oldu. Her ertelediğim an için kendi kendime “ama bir şeyler yapıyorum ve bunlar ilerisi için hep tecrübe, hep malzeme” dedim. Şimdiye kadar saydıklarım, aslında beni engelleyen ufak tefek rahatsızlıklarımdı. Asıl frenleyen duygularım ise aşırı titiz ve mükemmeliyetçi olmam, yazdığım her konuda “ya beğenmezlerse?”, “bu konu ilgilerini çeker mi acaba?”, “bu konuda yeterli bilgi sahibi miyim?”, “yoksa okuyucuyu sıkıyor muyum?” gibi cevaplarını o yazıyı siteye yollayıp sizden bir geri dönüş almadan bilemeyeceğim sorulardı. Ben kendi beynimde kurduğum bu hapishanede cevapsız sorulara yanıt aramaya ara verdim ve yaşadığım tecrübeye odaklandım, daha doğrusu tecrübemi yaşamaya karar verdim.

İşlerimi nasıl halledeceğimi bilmediğim ve dilini konuşamadığım bir ülkede bir düzen kurmaya çalıştım, nispeten başarılı oldum. İngilizce yeter sandım; daha önce hiç bu kadar yanılmamıştım. Yalnız kalmamak için yıllar sonra yeni arkadaşlıklar kurdum, sosyalleştim. Ortamın en işsiz güçsüz adamı ben olduğumdan hiç tarzım olmamasına rağmen bol bol yalnız dolaştım. Hiç gezmediğim kadar müze gezdim, bir daha kolay kolay yaşayamayacağım tecrübeler yaşadım (mesela müzedeki her şeye dokunmak!). Yalnızlığın sağladığı bol zaman sayesinde kendimle yüzleştim. Bunu İngilizce yazıyorum diye kızacaksınız ama, açıkçası bana göre “efsane” bir “Road Trip” yaptım. Çok iyi arabalar kullandım, çok kötü arabalar kulladım. Çok iyi insanlar tanıdım, çok kötü insanlar tanıdım. Çok kötü yemekler yedim, hakikaten çok kötü yemekler yedim (Almanya’da yemekler çok kötü abi!). 2500 metrede Alpler’de dolandım, deniz seviyesinde Amsterdam’da aylak aylak gezdim. “Bir daha da gelmem Davos’a”nın öznesi Davos’tan geçtim, Münih’ten nefret ettim, ama hepsinin içinde en önemlisi bir daha hiç olmaz derken aşık oldum (tabii ki son hafta).

Ben hikayeyi böyle yazınca çok net biçimde gittim, her şeyi planlı bir şekilde arka arkaya yaptım ve döndüm, sıfır hayal kırıklığı, sıfır pişmanlık zannedeceksiniz ama aslında her adımda çekincelerim ve şüphelerim vardı. Doğru mu yapıyorum, ya başıma bir şey gelirse diye düşünüp tartmaktan her defasında bir şeylere geç kaldım veya hiç yapamadım. Bu yazdıklarımın büyük kısmı son bir ayda oldu. Anlayacağınız sonradan açıldım ve her arzumu gerçekleştiremedim. Kararsızlıktan saçmalayıp mala bağladığım anları anlatsam bu yazı bitmez. Oysa tek yapmam gereken içgüdülerimi dinlemekti çünkü her defasında hep haklı çıkan tek duygum o oldu.

Şimdi de içgüdülerim diyor ki “And’ı kızdırma, özürünü dile ve her hafta yazını yaz.” Çünkü içgüdülerim bu siteye ve geleceği yere inanıyor. Cevabını bilmediğim sorular ve tahmin edemeyeceğim bir geleceği düşünüp dert etmektense, anı yaşamak ve elimden gelenin en iyisini ortaya koymak gerekiyor. Elbette saçmalayacağım, siz beni yerden yere vuracaksınız, ne yazmış bu yine diye kızacaksınız, bu konulardan bize ne diye isyan edeceksiniz ve bu sayede beraberce ortak bir nokta bulacağız. Eskiden düşündüğüm gibi ‘hiçbir çatışmaya yol açmayan’ yazılar kasmak asıl yanlış olan. Bunu bu kadar geç anladığım ve bu sürede siteyi bu kadar yalnız bıraktığım için özür dilerim. İlginç olan bunu anlayabilmek için bu kadar uzağa gidip bu kadar dert çekmekti. Bir de aşık olmayaydım iyiydi (yok ya o da güzel 🙂

Bundan sonra her hafta görüşmek üzere…

Muhip

Muhip Tuna Meti

1988 Adana doğumluyum, Adana Fen Lisesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi gemi inşaatı mezunuyum. OTOPARK'la tanışmam 2011'de test videoları ve bizzat arabamın çekildiği Citroen DS4 testiyle gerçekleşti.

İlgili Makaleler

6 Yorum

  1. eyvallah reis öyle bişe yok öyle bişe yok yazacaksın belki bende birgün kafamdakileri sana yazarım.. camianın içinden yoğurursun 🙂

  2. Abi her hafta görelim artık seni bi yazınla, hala aktif değilsin özlüyoruz 🙂

  3. Köşe yazılarını geç okudum ama bırakamıyorum çok akıcı çok zevkli devamını bekliyoruz

  4. Bu samimiyetiniz sayesinde diğer otomobil platformlarından farklısınız. Ve bu samimiyete dayanarak söylüyorum, arada bu tür şeyler olur çünkü hepimiz insanız. Biz otopark olarak bir aileyiz, bu tür durumları anlayışla karşılamalıyız. Saygılar sevgiler Muhip abi.

  5. 23 Ağustos 2014 tarihinde yazılan bu ” özür ” yazısından bugüne bir yıldan fazla zaman geçmesine rağmen Muhip hala köşe yazısı yazmıyor. Ama olsun ben Muhip ‘i seviyorum…

    Aslında Muhip’in otomobiller hakkında ciddi bir bilgisi ve daha önemlisi çok yerinde tespitleri var.Az konuşuyor ama söylediği şeyler önemli. Anlayana , algılayana tabi ki…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu