Nasıl Hypermiler oldum ve Ayten Hayatıma Nasıl Girdi
2014 yılı... Kasım ayının bir günüydü sanırım...
Servis beni Çekmeköy'e 2 kilometre uzaktaki, Çamlık durağında indiriyordu. İş yerinde çok da hoş olmayan bir dönem içerisindeydik. Sözleşmesi bittiği için teknik destek verdiğim bankadan ayrılmak zorunda kalmış, çalıştığım firma beni Maltepe'ye destek birimine görevlendirmişti. Burası evime 20 km uzakta idi. Bankada çalışırken Ümraniye'de görevliydim. Servis hem evimin sokağında bırakıyor, hem de ilk inen ben oluyordum. Çok güzel günlerdi. Maltepe'de görevlendirildiğimde oldukca güç ve zor saatler beni bekliyordu. Yaptığım iş hem zordu, hemde yorucu idi. Mesailer yetmiyordu. Çok zor bir dönemde olmakla beraber kullandığım servis en son beni indiriyor, indirdiği yer ise evime 2 km uzakta kalıyordu. Evimin ordan geçen 131 T adlı yarım otobusler ise asla ama asla boş gelmiyor , içine insanlar istifleniyordu. Ben hem istif olmamak hemde, 2 liramın cebimde kalması için yürümeyi tercih etmiştim. Çok zor günlerdi. Aynı şeyi hem sabah hem akşam yaşamak ürkütücü şekilde yorucu oluyordu. Zaten yeni görevime alışmanın verdiği belli bir beyin yorgunluğu üstünede bu servis sorunu beni çok yıpratıyordu. Hayatımın aşkı ile ise işte bu curcuna içinde rastladım.
Biz dönelim Kasım ayına, gecenin erken çökmesi ile akşam 19:00 da bile zifiri karanlıkta evime olan 2 km lik yürüyüşün son 1 km sindeyim. Karanlığın içinde yolun kenarında duraklamış olan bir otomobil oldukca dikkatimi çekmişti. Yanına yaklaşıp içine baktığımda mavi mavi ışıldıyan düğmeler, göstergeler, otomatik vitek kolunun komut butonları bir hayli ilgimi cekti. İşte o gün içinde bulunduğum psikolojiyle "Keşke Benimde Olsaydı" dediğimi hatırlarım. Hüzünlüydüm, dağ gibi arabamı satmış, günde 4 saatini trafikte geçiren, her gün 2 kilometre yürümek zorunda bırakılmış bir insan, içinde sahibininde oturduğu bu küçük arabaya bakınca , değerini ciddi şekilde anlıyor araba sahibi olmanın... Kasımın zifiri karanlığında, buz gibi havasında,küçüçuk de olsa bir arabam olsaydı düşüncesi o gün beynime işlenmişti. O gün gördüğüm o küçük otomatik araba, Hyundai İ10'dan başkası değildi.
Eşimle çıktığım dönemde, onu ataşehirdeki Hyundai showroomuna götürdüm. O zamanlar piyasada en ucuz olan araba Hyundai i10 olduğu için ,beğenip beğenmeyeceğini görmek adına Hyundai i10'nu gösterdim. O günden sonra ne zaman arabadan konu açılsa "Ayten istiyorum" diyor olacaktı.
Ben o 2 kilometre yolu yürümek istemeyen, Ataşehir trafiğinde iki saatini harcamak istemeyen bir insandım. Fakat ne param nede birikmişim vardır. Hayatımın en zor dönemi beni hamur gibi yoğuruyor, zevklerim ve hobilerim giderek optimize olmaya başlıyordu . Yeni ev alıp kredi yüküne girmiş bünyem, aynı zamanda evlenmek için üstün çaba harcıyordu. Bunlarda yetmiyor gibi, nişanlıma bu sıkıntılarımı yansıtmamak için kiralık arabalarla sözlü olduğum dönemi daha eğlenceli kılmaya çalışıyordum. Çalıştığım yerdeki mesailer ve iş yükünün yarattığı stresi ancak bu şekilde atlatıyordum. Eşim ile olan yolculuklarım beni hayata tutturan en değerli anılarımdı. Bu uğurda sık sık babamıda karşıma almak pahasına bile olsa, sözlümü memnun etmek, benim en büyük amacımdı. Kendimden vazgeçmiştim artık.
Hypermiler Ali olmak işte bu şekilde doğdu. Otomobillerden beklentim, 4 teker 2 koltuk saate 90 km hıza kadar düşmüştü. Aşkım otobüslerde Seyehat edemeyecek kadar hassas bir insandı. Eş dost arabası, kiralıklar derken dönüp dolaşıp konu hep "Ayten'e" gelirdi.
Aylar gecti, günler geçti, biz evlendik karı kocaya karıştık. Ben hayla kiralık arabalar ile işimi görüyordum. Eşimle beraber bir olup kurduğumuz yuvanın, düğün ve eşya masraflarını teker teker kapattık. Biz böyle kapitalizm kölesi bir hayat sürdürürken, hanımda oluşan bir takım değişiklikler ikimizide endişelendirdi. Eşimin bünyesi giderek hassaslaşmış, otobüs minibüs binemez hale gelmişti. Zip cardan bir tane dualogic fiyasko Fiat 500 kiralayıp onu hastaneye götürdüm. Hiç hesapta yokken, her şeyin monotonlaştığı bu dönemde, ikimizi de mutluluktan ağlatacak o güzel haberi öğrendik....
2014 yılı... Kasım ayının bir günüydü sanırım...
Servis beni Çekmeköy'e 2 kilometre uzaktaki, Çamlık durağında indiriyordu. İş yerinde çok da hoş olmayan bir dönem içerisindeydik. Sözleşmesi bittiği için teknik destek verdiğim bankadan ayrılmak zorunda kalmış, çalıştığım firma beni Maltepe'ye destek birimine görevlendirmişti. Burası evime 20 km uzakta idi. Bankada çalışırken Ümraniye'de görevliydim. Servis hem evimin sokağında bırakıyor, hem de ilk inen ben oluyordum. Çok güzel günlerdi. Maltepe'de görevlendirildiğimde oldukca güç ve zor saatler beni bekliyordu. Yaptığım iş hem zordu, hemde yorucu idi. Mesailer yetmiyordu. Çok zor bir dönemde olmakla beraber kullandığım servis en son beni indiriyor, indirdiği yer ise evime 2 km uzakta kalıyordu. Evimin ordan geçen 131 T adlı yarım otobusler ise asla ama asla boş gelmiyor , içine insanlar istifleniyordu. Ben hem istif olmamak hemde, 2 liramın cebimde kalması için yürümeyi tercih etmiştim. Çok zor günlerdi. Aynı şeyi hem sabah hem akşam yaşamak ürkütücü şekilde yorucu oluyordu. Zaten yeni görevime alışmanın verdiği belli bir beyin yorgunluğu üstünede bu servis sorunu beni çok yıpratıyordu. Hayatımın aşkı ile ise işte bu curcuna içinde rastladım.
Biz dönelim Kasım ayına, gecenin erken çökmesi ile akşam 19:00 da bile zifiri karanlıkta evime olan 2 km lik yürüyüşün son 1 km sindeyim. Karanlığın içinde yolun kenarında duraklamış olan bir otomobil oldukca dikkatimi çekmişti. Yanına yaklaşıp içine baktığımda mavi mavi ışıldıyan düğmeler, göstergeler, otomatik vitek kolunun komut butonları bir hayli ilgimi cekti. İşte o gün içinde bulunduğum psikolojiyle "Keşke Benimde Olsaydı" dediğimi hatırlarım. Hüzünlüydüm, dağ gibi arabamı satmış, günde 4 saatini trafikte geçiren, her gün 2 kilometre yürümek zorunda bırakılmış bir insan, içinde sahibininde oturduğu bu küçük arabaya bakınca , değerini ciddi şekilde anlıyor araba sahibi olmanın... Kasımın zifiri karanlığında, buz gibi havasında,küçüçuk de olsa bir arabam olsaydı düşüncesi o gün beynime işlenmişti. O gün gördüğüm o küçük otomatik araba, Hyundai İ10'dan başkası değildi.
Eşimle çıktığım dönemde, onu ataşehirdeki Hyundai showroomuna götürdüm. O zamanlar piyasada en ucuz olan araba Hyundai i10 olduğu için ,beğenip beğenmeyeceğini görmek adına Hyundai i10'nu gösterdim. O günden sonra ne zaman arabadan konu açılsa "Ayten istiyorum" diyor olacaktı.
Ben o 2 kilometre yolu yürümek istemeyen, Ataşehir trafiğinde iki saatini harcamak istemeyen bir insandım. Fakat ne param nede birikmişim vardır. Hayatımın en zor dönemi beni hamur gibi yoğuruyor, zevklerim ve hobilerim giderek optimize olmaya başlıyordu . Yeni ev alıp kredi yüküne girmiş bünyem, aynı zamanda evlenmek için üstün çaba harcıyordu. Bunlarda yetmiyor gibi, nişanlıma bu sıkıntılarımı yansıtmamak için kiralık arabalarla sözlü olduğum dönemi daha eğlenceli kılmaya çalışıyordum. Çalıştığım yerdeki mesailer ve iş yükünün yarattığı stresi ancak bu şekilde atlatıyordum. Eşim ile olan yolculuklarım beni hayata tutturan en değerli anılarımdı. Bu uğurda sık sık babamıda karşıma almak pahasına bile olsa, sözlümü memnun etmek, benim en büyük amacımdı. Kendimden vazgeçmiştim artık.
Hypermiler Ali olmak işte bu şekilde doğdu. Otomobillerden beklentim, 4 teker 2 koltuk saate 90 km hıza kadar düşmüştü. Aşkım otobüslerde Seyehat edemeyecek kadar hassas bir insandı. Eş dost arabası, kiralıklar derken dönüp dolaşıp konu hep "Ayten'e" gelirdi.
Aylar gecti, günler geçti, biz evlendik karı kocaya karıştık. Ben hayla kiralık arabalar ile işimi görüyordum. Eşimle beraber bir olup kurduğumuz yuvanın, düğün ve eşya masraflarını teker teker kapattık. Biz böyle kapitalizm kölesi bir hayat sürdürürken, hanımda oluşan bir takım değişiklikler ikimizide endişelendirdi. Eşimin bünyesi giderek hassaslaşmış, otobüs minibüs binemez hale gelmişti. Zip cardan bir tane dualogic fiyasko Fiat 500 kiralayıp onu hastaneye götürdüm. Hiç hesapta yokken, her şeyin monotonlaştığı bu dönemde, ikimizi de mutluluktan ağlatacak o güzel haberi öğrendik....