Mükemmelliğe adanmış bir ömür
Hemen hemen her otomobil tutkunun hayalidir kendi otomobilini üretmek. Pek azı bu hayalini gerçekleştirebilir. Christian von Koenigsegg de bu hayalini gerçekleştirenlerden biri…
1972 yılında İsveç’te doğan Christian orta düzeyde varlıklı bir ailenin çocuğuydu. 5 yaşındayken izlediği “The Pinchcliffe Grand Prix” isimli stop-motion çizgi film ise hayatını baştan sona değiştirdi. Bu çizgi film basit bir bisiklet tamircisinin kendi yarış arabasını üretmesini konu alıyordu. Filmin etkisinde kalan Christian, o gün kendi arabasını yapmayı kafasına koymuştu.
1994 yılında -sadece 22 yaşındayken- kendi soyadını verdiği Koenigsegg firmasını kurdu. Logosu olarak ise ailesinin yüzyıllardır kullandığı sembolü seçti. Yıllarca Koenigsegg CC ismini verdiği kendi tasarımı olan prototip üzerinde çalıştı. 8 yıllık çalışmanın sonucunda CC8S adını verdiği ilk arabasını piyasaya sürdü.
Araç ilk görücüye çıktığında bütün dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Alışılagelmişten uzak olarak açılan kapıları bizzat Christian von Koenigsegg tarafından tasarlandı ve zamanla markanın vazgeçilmezi haline geldi. Klasik bir şekilde yana doğru açılan veya spor arabalardaki gibi yukarıya doğru açılan bir kapı yerine Christian, hem yana hem de yukarıya doğru dikey olarak açılan ve bu açılma işlemini sadece tek yönlü harekete ihtiyaç duyarak yapan kapı sistemi kullanmak istedi. Kendisi tasarladı ve patentini aldı.
CC8S’de yer alan motor 4.7 litrelik supercharge’lı bir V8’di ve tam 646 beygir üretiyordu. Zamanında “En güçlü seri üretim motoru” dalında Guinness Rekoru kazandı ve bunun yanında hem Almanya’dan hem de kendi ülkesi olan İsveç’ten bir çok tasarım ödülü aldı. Araç 2004 yılına kadar üretildi ve 6 adet sattı.
Her şey çok güzel ilerlerken 2003 yılında fabrikada bir yangın çıktı. Kullanılamaz hale gelen binadan araç gereçleri ve üretimde olan araçları büyük güçlüklerle çıkardılar. Yangından sonra yakınlardaki eski bir jet hangarına yerleştiler. Hangar’daki uçakların üzerinde bulunan “hayalet” amblemi gelecek nesil bütün Koenigsegg araçların üzerinde yer almaya devam etti. Hangarın yanında bulunan uçak pisti hem firmaya test için alan sağlamış oldu hem de potansiyel müşterilerin özel uçakları ve helikopterleriyle gelebilecekleri bir imkan oluşturdu.
CC8S’in başarısının ardından firma 2004 yılında CCR‘ı tanıttı. 806 beygirlik bu canavar zamanının en yüksek hız rekorunu kırarak meşhur McLaren F1’i geride bıraktı ve 387.87 km/s hıza çıktı. Kısa bir süre sonra ise bu rekor Bugatti Veyron tarafından elinden alındı. CCR’ın başarısının üzerine firma küçük değişiklikler yaparak zamanla CCX ve CCXR modellerini piyasaya sürdü.
7 yıl boyunca aynı tasarımla yola devam eden Koenigsegg 2011 yılında Agera‘yı tanıttı ve adeta yer yerinden oynadı. Baştan sona yeniden tasarlanan araçta artık 5 litrelik çift turbolu V8 motor vardı ve ilk versiyonu 972 beygir üretiyordu. Daha sonradan yerini alan Agera R ise ikonik 1000 beygir bariyerini geçti ve 1139 beygir üretmeye başladı, 439 km/s hıza ulaşabiliyordu.
Agera’da Christian von Koenigsegg yine ustalığını konuşturmuştu ve araçta kendi tasarlardığı “Triplex Suspension” ismini verdiği üç yönlü süspansiyon sistemi kullanmaya başladı. Bu yeni süspansiyon sistemiyle araç hem daha konforluydu hem de yüksek hızlarda daha iyi yere oturuyordu. Bunun da üzerine motorda şimdiye kadar hiç görülmemiş bir yenilik yaptılar. Geleneksel krank milinden kurtularak, her silindire ve valfe bağımsız olarak müdahale edebilecekleri bir sistem geliştirdiler, bu sayede motordan çok daha fazla verim aldılar.
Agera’nın üstün başarısından sonra Koenigsegg gözünü yine yükseklere dikti ve imkansız denileni başardı. Kilogram başına 1 beygir düşen, “One:1” (Bire bir) ismini verdikleri aracı yaptılar. Araç 1360 kg ağırlığında ve tam 1360 beygir gücündeydi. Bu beygir/kg dengesinin üzerine 1360 sayısının bir önemi daha vardı: 1360 beygir tam 1 megawatt (1 kw=1.36 beygir) anlamına geliyordu. Christian von Koenigsegg bu araç için “Dünya’nın ilk megacar’ı” dedi.
Şu anda ise Regera adını verdiği hibrit bir araç üzerinde çalışan Koenigsegg kuşkusuz ki kısacık tarihiyle ders çıkarılacak bir örnek. Böylesine büyük bir başarının ardında bulunan Christian von Koenigsegg ise diğer otomobil üreticilerinden oldukça farklı. Neden mi? Hadi biraz da bu dahi adamdan bahsedelim…
Normal şartlarda bu kadar başarılı bir şirketin başındaki bir adamın ofisinde oturup sabahtan akşama kadar kazandığı paraları sayması yada sürekli gezerek bütün parasını eğlenerek harcaması beklenir. Fakat Christian bunlardan hiçbirisi değil. Gelirinin büyük çoğunluğu fabrikada kullancabileceği yeni teknolojilere yatırıyor ve oldukça mütevazi bir Tesla Model S’e biniyor.
Ailesinden kalan, yaptığı işe oranla küçük sayılabilecek bir mirasla fabrikayı kuran Christian ilk günden beri canla başla çalıştı. Onun dahiliği sayesinde üretilen araçlar bu hale geldi. Triplex süspansiyon sisteminden, dikey açılan kapılara kadar bütün yenilikler bizzat Christian tarafından geliştirildi. Bilgisayarda yapılan çizimlerin yetersiz olduğu için günlerce direksiyonu elleriyle yonttu, tavanı nasıl söküp de bagaja sığdırabilirim diye aylarını harcadı.
Eşi ile beraber bu küçük sayılabilecek fabrikada 40 küsur işçiyle beraber çalışmaya devam ediyorlar. Fabrikada gezintiye çıktığınızda Christian’ı herhangi bir üretim bölümünde çalışırken görebilirsiniz. 🙂
Christian’ın yanında, Koenigsegg ailesinin dikkat çeken bir üyesi daha var: test pilotu Robert Serwanski. Bu test pilotu sadece 26 yaşında. Yıllardır otomobillerin testini yapmanın yanında bir de üretim aşamasında çalışıyor. Her bir müşteriyle özel olarak görüşerek onların isteklerini dinliyor ve test aşamasında bu isteklerin birebir gerçekleşmesi için elinden geleni yapıyor. Onun sayesinde hiç bir Koenigsegg diğeriyle aynı hissettirmiyor. Bu kadar başarılı bir test ve yarış pilotunun günlük olarak dizel Mazda 3 kullanması da oldukça ironik. 🙂
Christian’ın ve Koenigsegg firmasının yolu açık ondan hiç bir şüphe yok. Dileriz benzer başarı hikayeleri bizim ülkemizden de çıkar. Keşke insanlar bu arabayı daha fazla tanıyabilse ve sokaklarda daha çok Koenigsegg görebilsek…
Geleneksel krank milinden kurtularak, her silindire ve valfe…
-Haberin orjinalini bilmiyorum ama egzantirik olmasın?
Cargine ve Koenigsegg tarafından geliştirilen “Free Valve” teknolojisi. Biraz karmaşık bir sistem, çok fazla yabancı kaynak var araştırırsanız bulabilirsiniz. Ben Christian von Koenigsegg’in bir röportajında izlediğim kadarıyla aktardım.
Krank mili var da egzantirik yok. Egzantirik olmadığı için her valf teker teker kontrol edilebiliyor. İstenildiği zaman bazı silindirlerde ateşleme kesiliyor, yakıt ekonomisi sağlanabiliyor falan. Ana mantığı bu şekilde.
Olay valf ise krank değil egzantirik zaten. Sonuçta valfleri açıp kapayan mil egzantirik mili.
Çok güzel ve yerine bir yazı olmuş. Merak ettiğim pagani ve tesla nın da aynı tarzdaki yazıları çok bilgilendirici olacaktır. Emeğinize sağlık
Teşekkür ederim. Elon Musk ve Tesla ile ilgili bir yazı yazmayı planlıyorum.
Agera R her acidsn cok guzel bir arac… Hele hele hizlanmasi… Hizlanirken bildigin beynini uyusturuyor insanin.
Koenigsegg’i diğer markalardan ayıran bir diğer özelliği ise araçlarında tamamen kendi tasarlayıp ürettiği parçaları ve kendi yazılımlarını kullanıyor olması.
Christian von Koenigsegg üreteceği aracın diğerlerinden farklı olması için o kadar çok kafa yoruyor ki stresten hastalığa yakalanıyor ve saçları,kaşları ve kirpikleri dökülüyor.
Hayatı film olacak adam
yine çok başarılı bir yazı olmuş. sıkılmadan keyifle okudum . 🙂 ellerinize sağlık ve yenileri devam etsin lütfen çok sevdim bu tarz yazıları. 🙂
Teşekkürler.
Çok güzel bir yazı olmuş ellerine sağlık. Konu ve hikaye seçimide süper. Sonuna kadar okuduğum ilk yazı oldu. Teşekkürler
Bende bir Tesla alayım da mütevazi olayım bari:)
fabrikasına gittiğim ve çocukluğumdan beri hayranı olduğum için bayıldım bayıldım bayıldım… 🙂
ellerine sağlık canım kardeşim
böyle adamlar otomobil dünyasına gerçek anlamda katkıda bulunuyorlar
her zaman en hızlı yine kônigzeg 😀
Elinize sağlık çok güzel bir yazı dizisi olmuş