Çocukken okulda bir halt olamayacağı belli olunca babası tarafından hiç olmazsa bir zenaat öğrensin diye saatçi Mahmut'un yanına çırak verilmişti. Hacı Mahmut çok sert, nobran bir adamdı. Bu sertlikle mi yetiştiği için bilinmez, kendisi de çıraklarına çok sert davrandığından artık yanından kaçıp giden çırakların sayısını bile unutmuştu. Son zamanlarda da iyice bıkkınlık gelmiş hatta çok satıyor diye dükkanda hep aynı model saati üretip satar olmuştu. Bütün dükkan tek model saat ile dolu, hepsi zamanın farklı saatlerini gösterir şekilde dururdu.
Yemeğini yemiş çırağına getirttiği kahvesini içmiş, önündeki saati kuruyordu.
"Hımm saat 14.44... 44 dakika ileri gitmiş" dedi içinden ve saati ayarladı.
"Kahveni getirdim usta yemeğin üstüne iç" dedi çırak içeri girip.
...
Bir an duraksadı, az önce yediği yemeğin boş tabakları önünde duruyor. Anlamıştı "zamanı geri aldım" diye düşündü içinde ki ürpertiyle.
- Tanrım neler oluyor? diye söylendi kendi kendine.
Saati tekrar ileri aldığında aynı zamana döndüğünü farketti ama sanki demin boşlukta idi, arafta gibi, yarı saydam varla yok arası.
Akşam olduğunda çırak;
"Usta kapatmıyor muyuz dükkanı?" diye sorduğunda Hacı Mahmut;
"Bekle biraz patlamadın ya" diye sert şekilde çıkıştı.
Denemişti, saat dükkan dışında çalışmıyordu, üç saat ileri aldı, yan kahveye gitti ve televizyonda süper loto sonuçlarının yayınlanmasını bekledi.
Heyecanla yazdı sonuçları. Artık zengin bir adam olacaktı. Dükkana dönmek için acele ediyordu çünkü yavaş yavaş silindiğinin, şeffaflaştığının farkındaydı. İçeri girince gözleri yerinden fırlayacak gibi oldu, çırak bütün saatleri yere dökmüş, tepe halinde yerlerde duruyordu.
Bir de not vardı en tepede;
"Artık insanlara bağırmayı bırak yoksa bu hayattan silinip gidersin."
Ne yapacağını şaşırdı. Yerdeki saatleri eline almaya başladı. O saat hangisiydi? Zaman...
O kadar çok saat vardı ki...
Zaman geçiyor, geçip gidiyor bir daha gelmemek üzere...
Orhan B.