Edebiyat Odası

  • Konuyu başlatan Konuyu başlatan yaso
  • Başlangıç tarihi Başlangıç tarihi
Semtimizin bir tanesiydi Müjgân. Saçları sırtına kadar sırma sırma dökülür, elleri ufacık, gözleri dört defa lacivertti. Bedeni her ne hikmetse o da bana gönüllüydü. Öyle bir sevdim ki Müjgân’ı, dünyamı şaşırdım, haddimi bilemedim, evleniriz gibi geldi bana. Evimiz, yuvamız olur, ışığımız yanar, fakir soframız kurulur gibi geldi. Sahil bahçesinde gazoz içerekten gizli gizli mal-û hülya kurardık. Sonra da çarşılara giderdik, eşya beğenirdik elden düşme; aynalı konsolumuz, topuzlu karyolamız bile olacaktı.
Müjgân’ın her an her bi daim yanında olacaktım.
Ama olmadı, gitti.
Nereye mi ?
Paraya gitti abicim, paraya !

Nasıl da sevmiştim yıllarca ben seni
Her akşam üstü bekledim yollarını
Elbet bir gün biz yuva kurarız derken
Duydum evlenmişsin sen zengin bir gençle
Zengin olsaydım sensiz kalmazdım
Her an düşünüp seni hiç ağlamazdım
Param olsaydı aşkım kalırdın
Seve seve yanımda benimle yaşardın


Nikah resimlerimizi de çektirdik. Sonra karpuzcu Raşit Abi’nin kayınbiraderine borç ederekten nişan yüzüklerimizi de yaptırmıştık.Ama Müjgân takmadı bunu, takamadı uçuverdi elimden. Meğer gizlice altın bir kafes bulmuş kendine. Müjgân’ın gelinliğini hususi diktirmişler, benim gibi kiralık tel duvak almaya kalkışmamışlar. Öyle sevindim ki mesut ve bahtiyar olsun diye dualar ettim. Müjgân gibi ben de birbirimize ettiğimiz sözleri, ettiğimiz yeminleri unuttum.

Bi daha mahalleye gelmedi Müjgân, gelemedi.
Bizim dar ve eski sokaklara otomobili sığmıyormuş dediler.
Senede birkaç ay zaten Avrupa’daymış dediler.
Zaman şifalı bir ilaçtır unutursun dediler.
Unuttum ben de.
Hiç aklıma gelmedi.
Hatırlamıyorum bile Müjgân’ı!
Hatırlamıyorum !!!

Öptüğünü düşünüyorum dudak yerine parayı
Para için açar mı sevişenler arayı
Madem para mühimdi al koluna parayı
Çantana da koysan aldığın o kocayı
Zengin olsaydım sensiz kalmazdım
Her an düşünüp seni hiç ağlamazdım
Param olsaydı aşkım kalırdın
Seve seve yanımda benimle yaşardın
 

Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
Üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.

İyi nişan alırdı kendini asan zenci,
Bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
Sizden iyi olmasın, boşanmada birinci...
Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.

ÜLKÜ TAMER
 
  • Beğeni
Tepkiler: hakikionur
Semtimizin bir tanesiydi Müjgân. Saçları sırtına kadar sırma sırma dökülür, elleri ufacık, gözleri dört defa lacivertti. Bedeni her ne hikmetse o da bana gönüllüydü. Öyle bir sevdim ki Müjgân’ı, dünyamı şaşırdım, haddimi bilemedim, evleniriz gibi geldi bana. Evimiz, yuvamız olur, ışığımız yanar, fakir soframız kurulur gibi geldi. Sahil bahçesinde gazoz içerekten gizli gizli mal-û hülya kurardık. Sonra da çarşılara giderdik, eşya beğenirdik elden düşme; aynalı konsolumuz, topuzlu karyolamız bile olacaktı.
Müjgân’ın her an her bi daim yanında olacaktım.
Ama olmadı, gitti.
Nereye mi ?
Paraya gitti abicim, paraya !

Nasıl da sevmiştim yıllarca ben seni
Her akşam üstü bekledim yollarını
Elbet bir gün biz yuva kurarız derken
Duydum evlenmişsin sen zengin bir gençle
Zengin olsaydım sensiz kalmazdım
Her an düşünüp seni hiç ağlamazdım
Param olsaydı aşkım kalırdın
Seve seve yanımda benimle yaşardın


Nikah resimlerimizi de çektirdik. Sonra karpuzcu Raşit Abi’nin kayınbiraderine borç ederekten nişan yüzüklerimizi de yaptırmıştık.Ama Müjgân takmadı bunu, takamadı uçuverdi elimden. Meğer gizlice altın bir kafes bulmuş kendine. Müjgân’ın gelinliğini hususi diktirmişler, benim gibi kiralık tel duvak almaya kalkışmamışlar. Öyle sevindim ki mesut ve bahtiyar olsun diye dualar ettim. Müjgân gibi ben de birbirimize ettiğimiz sözleri, ettiğimiz yeminleri unuttum.

Bi daha mahalleye gelmedi Müjgân, gelemedi.
Bizim dar ve eski sokaklara otomobili sığmıyormuş dediler.
Senede birkaç ay zaten Avrupa’daymış dediler.
Zaman şifalı bir ilaçtır unutursun dediler.
Unuttum ben de.
Hiç aklıma gelmedi.
Hatırlamıyorum bile Müjgân’ı!
Hatırlamıyorum !!!

Öptüğünü düşünüyorum dudak yerine parayı
Para için açar mı sevişenler arayı
Madem para mühimdi al koluna parayı
Çantana da koysan aldığın o kocayı
Zengin olsaydım sensiz kalmazdım
Her an düşünüp seni hiç ağlamazdım
Param olsaydı aşkım kalırdın
Seve seve yanımda benimle yaşardın




harika ya...
 
Mutluluk sahip olduğun imkanları sevdiklerinle paylaşma sanatıdır. (şuan uydurduğum bir söz)

Hepimiz iyi paralar iyi arabalar iyi evler ve nice güzel şeyler ister dileriz. Elinizde şuan her ne varsa onun değerini bilin kullanın kullandırın gezin hayat kısa..
 
  • Beğeni
Tepkiler: Bedirhan
DEYQW94XgAAH61f.jpg
 
  • Beğeni
Tepkiler: Cagdas Cag
Son okuduğum 3 kitap. Hamlet'i anlatmaya gerek yok, Lacan kitabını anlamak baya zor ama Kardak'ta Kahraman Hasdal'da Esir kitabını okumanızı kesinlikle öneririm.
 

Ekli dosyalar

  • 2017-07-23 20.18.43.jpg
    2017-07-23 20.18.43.jpg
    695.3 KB · Görüntüleme: 219
Yıldız Ertan - Anlasana
Masa Dergi, Temmuz - Ağustos 2017


Öylece duruyorsun. Saçlarına vuran ışıklardan sekip göğsüme düşen sevdanı avuçlarımın arasında yuvarlıyorum. Saf bir enerji parmak uçlarıma doğru süzülüyor ve sen orada, o beyaz koltukta gittikçe saydamlaşırken seni dünlüyorum.Dünlemek evet... Seni bugün değil, yarın değil, dün gibi seviyorum. Kesinlikle ‘hâlâ’ değil! Sevgi azalır, azalarak yitirir kendini gelecek bir zamanda ve ‘hâlâ seviyorum’ demek cümlelerin en kötüsüdür. İlk zamanları anımsa. Nasıl da koşar adım gelirdin mesela bana. Hatırla. Yanında olamadığım günleri ve sabahlara kadar konuştuğumuz o zamanları… Özlemelere dayanamayıp ilk ışıklarıyla sabahın ortasında buluştuğumuz Beşiktaş sokaklarını. Gözlerinde bir yaz akşamı... Hafif serin, hafif yakıcı ve az sonra sanki sonbahar gelecek kaygısı...
İnce belli bir çay bardağına sarıyorsun parmaklarını, bardakta kalıyor parmak izlerin ve buruk bir tatla gülümsüyorsun. Tam karşımda... Tarçın kokuyor tüm bahçeler, süzgecinden geçirdiğin tüm insanlar yok oluyor o bahçelerde, tek yudumunla beraber. Boğazından süzülen o kuru üzüm tanesi gibi akıyorsun can sağlığıma. Şimdi, şu an kalkıp gitsen seninle beraber gelir bu ev. Ben öylece kalırım sokağın ortasında kabası atılmış bir beton sessizliği gibi.
Gözlerin, sinirlendiğinde kızıl dumanların estiği o acı mavi... Ne çok diken var şimdi gözlerinin diplerinde. Kaç yıllık hüsran biriktirdin, kaç kere kör olsaydın da görmeseydin!
Bana bak. Buraya... Tam karşında durana! Üflesen uçacak, üflesen içinden cin çıkacak olana... Nasıl da uzadı saçlarım ellerinin gezintisi kısa sürmesin diye. Bak, boyum bile uzadı yanında dik duracağım diye. Ellerim nasıl da yumuşak sen tutuyorsun diye. Bana bak, senleşene, senin için olana ve ayakları geri gitmek nedir bilmeyene. Buradayım! Kırıp dökerken sorgularımı, savururken sitemlerini, tonlarken en keskin sözlerini, gitmelerini, unutmalarını nasıl da duruyorum tam karşında. Nasıl da eğilmiyor başım. İşte ben o halıları bu yüzden kaldırdım yerlerden. Anlasana.
Güneşe mi dönelim? Yakıp kavuralım mı kendimizi? Yoksa denizlere mi dökelim birbirimizi? Oysa uzanmak ne güzel şimdi yeni serilmiş çarşaflara, açık pencereden diz kapaklarımızın arkasına vuran hafif esintiyle, değmeden birbirimize ama yine de yan yana. Kirpiklerinikırpıştırırsın sen, tel tel dökülür saçların alnına, burun deliklerin bir açılır bir kapanır, tüylerin ürperir ansızın uyurken, hafif hafif sesler tınlar dudaklarının arasından ve ben öylece izlerim seni kim bilir kaç saat, kaç zaman. Şimdi, öylece uzansakya…
Gitmelerin anlamsızlaştığı o yere kadar beklesek ya şimdi. İyice tüketsek ne varsa birbirimizde. Emsek kanımızı, fikirlerimizi yerle yeksan etsek birbirimize dair. Kırılmayacak kalp kalmasa, gurur murur hak getirse. Açsak şifrelerimizi hayatlarımızın ve kimse bakmaya bile tenezzül etmese mesela. Ve birden, hangi yollardan geçtiğini düşünmeyecek kadar unutsak bu sevdayı. Kurutsak, oturtsak karşımıza…
Başkası olmamı istediğin o gecelerin sonunda kendime sarılıp uyuyorum. İçimde açılan boşluklara bağırıyorum. Yakındığım tüm dertler sonunda yankılanıyor kulak boşluğumda, kurtulamıyorum. Pişmanlıklarım, hüzünlerim, küskünlüklerim zihnimde kocaman bir çalkantı... Uyku ve uyanıklık arasını yaşadığım o günlerde arafta mıyım, bilemiyorum. Arada kalmışlığım ve sakinliğim, yoklayıp beklemeden giden korkularım, anlık heyecanlarım, sıradan üzüntülerim... Bazen abartacak bir şey bile bulamıyorum. Sonunda, kendime dönüyorum.
Öylece duruyorsun. Var mıyım, yok muyum ben bile bilemiyorum. Sıcak bir ter damlası kayıyor şakaklarından boynuna doğru. İzi kalmış sanki buğusunda küsüşünün. Kaşındırıyor seni bu akışlar. Huysuzlanıp kalkacaksın az sonra biliyorum ve yeni bir konfor içinduşun altında o soğuk sulara bırakacaksın zihnini. Bense sandalyenin tahta ayaklarıyla beraber kökleniyorum terk etmeyeceğin bu evde. Denizlere kadar uzanıyor mazimiz seninle birlikte ve dağlara kadar komşuyuz gelecekte. Paralel doğruların kesiştiği sessizliğimiz bir son bulacak mı bugün yarın?
Gitmek istediğimiz o yerlerden dönüyorum şimdi sana. Bana bak, beni bul ve beni sar. Köklerimden sarıldığım bu anlara bağlandım. Beni tut, beni öp ve anlat. Anladığım kadar var olurum buralarda. Kafama bıraktığın bu minik sorularla, beni yak, beni yık ama bırakma!
Cevaplarını öğrenmek istediğim soruların peşlerinden sürüklenirsem, beni çağır, beni ara ve yüreğinde göster yolumun neresi olduğumu. Tırnaklarımızla kazıdığımız bu çözülmez haritanın peşinde binmeyelim o hayalet sürücülerin araçlarına. Beni yakala, beni uçur ve sürükle beni peşinden. Durma!
Bir sonumuz var mı yazılmamış olan? Bir şiir tuttun mu sen hiç bize? Kaç sevda eder senin olmam? Bana gelmen, beni sevmen, beni sarman kaç dünya eder? Açıklasana.
Her mutluluğun içinde neden bunca keder var? Tüm güzelliklerin içinde bunca hüzün ne arar? Mesela kirpiklerin, bütün günün ağırlığını böyle ahenkle taşıyor? İçinde çocuklarını taşıyan bir kadın gibi sevgim, tüm hormonlarım değişiyor ve patlayacak kadar şişiyor. İçinde barındırdığı hayat, ölümü de vadediyor. Mutluluk, huzur, heyecan şöyle dursun; acı, tedirginlik ve nefret nasıl aynı anda orada öylece bekliyor?
Saç uçlarımdan tırnak uçlarıma kadar kırgın oluyorum bazı sabahlar. Her kırgınlık kendisine bölünüyor ve aklımın odalarında toplanıyor. Hangi kapıyı açsam, hangi yola çıksam, hangi denizi aşsam, hangi yıldıza tutunsam sana kaçıyor. Sözlerini bilmediğim oşarkılar gibi gelişigüzel tutturuyorum adını. İçimden içim akıyor. Seninle beraber bunca kalabalıkken, nasıl bu kadar yalnız bırakabiliyorsun beni? Mesela şimdi o adımları kime sayıyorsun kim bilir? Parmak uçların kimleri arıyor o ekranda ve pişmanlıklarınlakimleri siliyor kim bilir?
Ordasın işte, karşımda. Gülüyorsun denizin kıyısında. Bir Akdeniz iklimi gibi yayılıyorsun hayatıma. Olduğun yerde kal ve bana bak, beni gör ve beni tut diye bağırsam... Duysana! Doğum lekesi gibi olsan bu tende ve gitmemecesine yapışsana yakama
 
  • Beğeni
Tepkiler: Bedirhan
Herkesin bir umudu vardır. Bir savaşı bir kaybedişi. Bir acısı, bir yalnızlığı, bir hüznü.. Çünkü herkesin bir gideni vardır. İçinden bir türlü uğurlayamadığı...
 
  • Beğeni
Tepkiler: CihanMertSener
Şaire sormuşlar: "Giden midir terkeden, yoksa kalan mı? "Şair der ki; "Kalan gidenin gitmesine ses çıkarmıyorsa, çoktan terketmiştir.
 
  • Beğeni
Tepkiler: alfhonso
Delikli şiir
cep delik, cepken delik,
kol delik, mintan delik,
yen delik, kaftan delik,
kevgir misin be kardeşlik !
O.V.K