15 Ocak 2017, saat: 21 suları. Hayatımın 6 yılını, anlamını, gecelerimin ay ışığı, günlerimin güneşini ve belki de dünya üzerinde gördüğüm en güzel gözleri kaybettiğim, ertesi gün toprağa verdiğim zamanlar. 130 gün oldu. 3120 saat yani 187.200 dakika geçti. O kadar çok özlüyorum ki...
Düzelecek miyim bilmiyorum, düzelmek onu unutmak istiyor muyum ya da onun yerine başkasını koyabilecek miyim? Hiç bilmiyorum. Alışamıyorum da. Bazı sabahlar uyanıyorum, yataktan çıkmak, iki lokma yemek yemek istemiyorum. Bazı geceler yaşamaktan o kadar çok sıkılıyorum ki. Kendime kıyacağımdan değil de, bi bıkkınlık var üstümde, yorgunluk. Ruhum çürümüş sanki öyle hissediyorum.
Yapabildiğim tek şey; haftada 3 4 kere mezarına gitmek, mezarını sulamak. Olmadığını ya da hiç bir zaman yanımda olamayacağını bilsem bile gidiyorum hep, sanki yanı başımda oturmuş beni dinliyor gibi hissediyorum.
Böyle olacağını bilsem, onunla olan her anımı kaydetmek, bir şekilde ölümsüzleştirmek isterdim. O kadar az fotoğrafımız var ki beraber olduğumuz...
Hayatımın son 3120 saatinde ondan kalan bir kolye, cebimdeki fotoğrafımız ve mezarından aldığım bir avuç toprak ile yaşıyorum. Her gece bir kağıda içimi döküyorum. Ve hala seviyorum. Sanırım ömrümün sonuna kadar da sevmeye devam edeceğim.
İçimi dökmek istedim sadece, sahilde oturmuşken aklıma O geldi. Yazayım dedim. Çünkü hayatımın gerçekliğinde bu dediklerimi sözlere dökemiyorum. Anlatamıyorum kimseye derdimi, sanki onlardan alacağım teselli cümleleri derdimi daha da katlayacakmış gibi hissediyorum. Yazıya dökmek iyi geliyor.